Ne zamandır yazmıyordum, biraz boşladım burayı. Kafama çok şey gelip gidiyordu, fakat elim bir türlü klavyeye gitmiyordu.
En son blog yazımdan beri neredeyse bir ay geçmiş. Bu sürede neler yaptım? Bütün bir sömestr boyunca ev-ablamlar-Alsancak arasında gidip geldim, oturdum yerli 2000'lerin başındaki dizileri izledim, sonra yabancı dizilere sardım. Son bir haftada can sıkıntısından dört kitap okudum, kozmosa merak sardım fakat el değmemiş, pırıl pırıl bir TM öğrencisi olduğum için bu konuda tahminimden daha boş kaldım. Stephen Hawking- Zamanın Kısa Tarihi'ni okurken "Oha lan karadelikler her zaman siyah değilmiş!" gibi şeylere şaşırdım, anlamadığım yerleri Vikipedi'den okudum. Zamanında kuzenimin bana aldığı evren hakkındaki o ansiklopediyi inceledim. (İlk aldığında dördüncü sınıftaydım ve o zaman da evren, kozmos pek ilgi alanım değildi. "Bana neden bunu aldı ki yeaa satarım ben bunu." triplerine girdiğimden hiç okumamıştım. Arada Uranüs'e bakar "Ne güzel gezegen lan vallahi misss" diye düşünürdüm. Hepsi bu.)
Şimdi soracaksınız, neden durup dururken senin ilgi alanına girdi şimdi bu konular diye, haklısınız. Aslında hâlâ pek ilgi alanım olduğunu söyleyemem ama hayatımın son 2-3 senesini çok boş beleş yaşadığımı fark ettim. Kütüphanemi (ve dedemin kütüphanesini) inceleyip "Okurum bir ara yeaa" deyip aldığım ama okumadığım kitaplara baktım. İlkokulda sınıfın en entel şahsı bendim, sonra hazır bilginin üzerine pek bir şey koymayınca ve eldeki hazır bilgi de körelmeye başlayınca vasatın teki oldum işte, ehehe... Neyse, dedim ki "Bir yılda 100 kitap okuyacağım ve hakkında çat pat fikrim olan her şey hakkında bilgi edinmeye başlayacağım."
2017 Şubat'a kadar sürem var yani. Modifiye Şahin gibi olduğum şu dünyada kendimi Lamborghini Gallardo'ya dönüştürme aşamam da böyle başlamış oluyor...
Şimdi, daha önce yukarıda belirttiğim gibi ilkokuldayken sınıfın entellerinden sayılıyordum. Çünkü dedem, ablam ve babamın ortak çalışmasından ortaya çıkan muhteşem bir üründüm. Her eve lazımdım.
Daha önceki yazılarımda da değindiğim gibi dedemin ve annemin bana ufaktan, biraz biraz resim aşıladığını biliyorsunuz. Küçüklüğüm annemin ve dedemin resim kitapları arasında zaman geçirdiğim, canım sıkıldıkça izlediğim için "nü" resim gördüğünde "Ohahaha götleri gözüküyor ohahahah" tribine giren çomarlardan olmadım hiçbir zaman. Aksine nü resim severim, çünkü kilolu da olsan, zayıf da olsan zarafetin herkese mahsus olduğunu ve her bedenin kutsal ve güzel olduğunu gösteriyor bence. Tabii hayatında nü bilgisi Titanik'ten hallice olup bunu bir seks fantezisine dönüştürmeye müsait insanları keşfetmem de çok zor olmadı, malum, ülkemizin vebasıdır çomarlık. Neyse, burada belirtmem gereken bir konu daha vardır ki babam da resim çizerdi. Hatta annemle babamın yatak odasında asılı duran ve babamın yaptığı bir nü tablo vardı, bu tablo benim çok komiğime giderdi çünkü resmin tamamı çok güzel olsa da babam kadının dudağını kalın fırça ile yaptığı için kadının pala bıyığı var gibi dururdu. Sanırım bu resmi görmemle başlamış olmalı her şey, annemin, babamın ve dedemin ağzından düşmeyen o söz yani: "Sanatta ayıp yoktur."
Sizinle babamın yaptığı nü'lerden birini daha paylaşmak isterim bu arada (Taslaktı ve hep öyle kaldı) :
Babam beni elimden tutup içeri götürdü ve yaptığım resimleri salondaki herkese gösterdi ve gösterdiklerinde de annem ve dedemle beraber hep bir ağızdan "Çok güzel çizmiş değil mi? Evet, evet, ayıp değil, hiç ayıp değil çünkü sanatta ayıp yoktur." diyorlardı. Hatta teyzem (a.k.a annemin teyzesi) bir an "Küçücük çocuk niye böyle şeyler çiziyor?!" tarzı bir şey demek istedi ama el birliği ile susturdular ehehe... Neyse ben de çok sevinçliyim tabii, koltuklarda falan zıplıyorum çünkü herkes yaptığım şeyi sevdi, kimse kızmadı ve üstüne de övdüler. Bakın bu en güzel anılarımdan biridir.
Ama ileriki yaşlarımda insanların ve insanların ailelerinin benimki gibi olmadığını anladım.
Neyse, şimdi asıl anıma geliyoruz.
İlkokulu bizim eve yakın ve annem orada öğretmen diye Cemil Midilli diye bir okulda okudum. Okulun bahçesi çok genişti ve alt bahçe- üst bahçe olarak ayrılıyordu. Üst bahçede tuvaletler vardı (Okulun içinde de var yahu köpek değiliz, bahçeye sıçmıyoruz boyuna.). İşte bu tuvaletler ile okul duvarı arasında bir boşluk bulunuyordu. Issız olan bu boşluk genelde ergenlerin öpüşmesi, tuvaletler dolu ya da kapalıysa şerefsiz yapmak isteyen oğlanların oraya işemesi, ya da okuldan kaçmak için kullanılıyordu. Hatta "orada bir kızın tecavüze uğradığına dair" tamamen yalan ve uydurma olan bir hikaye bile vardı. Neyse bir gün elimizde kalemler ile gittik arkadaşlarımla, önce duvara salak salak şeyler yazmaya başladık. Üçüncü sınıfta falandık yani yazdığımız şeyler "Sana ne saman ye" tarzı şeylerdi.
Bir gün ben okula erken geldim. Arkadaşlarımı beklerken aklıma bir cinlik geldi, tam o zamanlar karikatür çizmeye yönlendiğim zamanlar oluyor, duvara meme, popo falan çizdim bir kaç tane. Çünkü nedense memeler ve popolar insanları duvara yazdığımız küfürlerden daha çok rahatsız ediyordu. Ve çizdiğim şeylerin yanına da "imza: Okul Sapığı" yazdım. Amacım barizdi, bu tecavüz hikayesine gönderme yaparak insanları korkutmak. (Dokuz yaşındayım ve ruh hastasıyım...)
Bunu hiçbir arkadaşıma söylemedim, teneffüste oraya gittiğimiz zaman "Oha arkadaşlar yaa duvara ne yapmışlar yaa" falan dedim. Sonra ne mi oldu?
Okulda 1. sınıflardan 8. sınıflara kadar 40-45 tane sınıf varsa toplam, her birinden insanlar duvardaki resimleri arkadaşlarına göstermeye başladılar. 2-3 hafta içerisinde "Okul Sapığı" olarak çaktırmadan müstehcen karikatürlerimi okulda görmeyen kalmadı, bir keresinde okul bahçesinde konuşulurken "O resimleri sekizlerden biri çizmiş diyorlar" dendiğini duydum, ikinci sınıfların ise "O resimlerde bebek yapmayı anlatıyorlarmış!" dediğini duydum.
Kısaca, koskoca bir okulu erken ergenliğe soktum. Ve amacım bu değildi, amacım insanların korkmasıydı, onun yerine her gün duvara gelip "Sapık neler çizdi acaba eheheh" diye bakınan bir ergen, bir libido sürüsü elde etmiştim. Yemin ediyorum bu iki üç hafta içerisinde okul ekstra soğanlı lahmacun gibi ergen teri koktu, sivilceler veba gibi yayılıyordu, çok korkunç zamanlardı. Tabiri caizse "yokluk" zamanlarıydı.
Bir de sınıfımda bir kız vardı, hiç sevmezdim onu, örnek öğrenci kesilirdi hep. Aşırı gıcık olurdum, neyse, bu kız da bizim sınıfta herkese şaheserlerimi göstermişti ve "Ben kimin yaptığını biliyorum!" diye dolaşmaktaydı. Korkuyordum, beni gördü mü diye, ama belli de etmiyordum. Sonra anladım ki bir bok bildiği yok, sırf ilgi çekmek için söylüyormuş.
Annem bu okulda öğretmen de olduğu için durumun öğretmenler tarafından da öğrenildiğini biliyordum. Ama yaşları itibari ile herkes orta okullu ergenlerden şüpheleniyordu, açıkçası erkek bir orta okullu ergen arıyorlardı. Üçüncü sınıfa giden, öğretmen kızı kimsenin aklına gelmiyordu. Oysa çizilen şeylerin sadece meme, popo olduğu, yanlarından ok çıkarılarak da meme yazılmasından bunun bir orta okullunun yapmadığı belli olmalıydı. Cidden bu kadar libido düşkünü bir orta okullu erkek ergen yapmış olsaydı bunları muhtemelen ok çıkarıp "oyş yalamalık" falan yazmalı, o pis ergen zihniyle coşturmalıydı duvarı. Belli ki annem de resimleri incelememişti. İncelese beni yakalaması mümkündü çünkü.
Neyse, bir gün hain planlarım için duvara giderken bir de baktım ki okulun görevlisi elinde boya duvarı boyuyor, müdür yardımcısı Mustafa Hoca da yanında duruyor. İçimden "Aha şimdi sıçtım... Yakaladılar, kesin anladılar. Okuldan atarlar herhalde. Annemler psikoloğa götürür..." gibi şeyler söylerken Mustafa Hoca dedi ki "Buraya girilmesi yasak artık..."
Ben de sınıfıma geri döndüm. Anlamamışlardı.
Yani bir Banksy, bir Gaia, ya da ne bileyim bir Adil Çal (Stalker) değildik ama biz de belli bir dönem graffitiye damga vurduk be bebişim... Meheheh...
Sonuçta, hayatımın en efsane trollük denemesi istediğim gibi olmasa da başka yönden işe yaramıştı.