17 Şubat 2020 Pazartesi

TOLERANS PARADOKSU: Düşünce ve İfade Özgürlüğü Herkes İçin Değildir!


Neredeyse üç sene olmuş ben en son yazımı yazdığımdan beri… Oysaki o zamanlar söz vermiştim sizlere “Yeniden bloğa düzenli yazacağım!” diye.🤦‍♀️

            Aslında düzenli yazacaktım fakat okunma oranlarımın düşmüş olması üzmüştü beni. Artık bir dinozor gibi blog yazmanın değil de YouTube videoları çekmenin moda olduğu bir çağda bu durumun tarafımca öngörülebilir olması gerekirdi. Ama öngöremedim, bir de üstüne uzun süre ara verdim. Sonra bir gün bloğa şöyle bir baktım da ben hiçbir güncelleme yapmadığım, hiçbir paylaşımda bulunmadığım halde kendi kendine az da olsa okunma oranı artmış, hatta iki-üç yorum bile gelmiş yazılarıma.

            Böylece bir şeyi fark ettim, Twitter’ın sadece rahatlamak, sadece nefes almak amaçlı oluşturduğu habis linç ortamının yanında benim uzun uzadıya yazılarımın sadece hemfikir olduğum veya benle ayrı fikirde olsa da önce beni dinleyip tezime anti-tez sunabilecek insanların bulunduğu bu blog ortamı aslında benim “kendime ait bir odamdı.” (Virginia Woolf’a sevgilerle.)

            Bu yüzden bu yazımın konusunu özellikle seçtim: Düşünce ve ifade özgürlüğü herkes için değildir!

            Yalan yok, Twitter’da bazı mantıklı, makul, doğru, yapılması gereken linçlere de sahne olduk. Örneğin Şule ÇET davasında “O da o saatte niye oradaymış kız başına” diyenlerin tweetleri gibi. Veya aynı davada delil karatma yoluna giden, Avukatlık Kanunu uyarınca avukatlık mesleğinin etik ve vicdani değerlerini iki paralık eden sanık müdafii gibi. Daha iyi bir toplum için, en azından nabzı internette atan genç kuşağa ulaşmak bakımından sağladığı kolaylık düşünüldüğünde, sosyal medya linçlerini destekliyorum. Tabii ki hukuka ve etiğe uygun olduğu ölçüde! Örneğin ceza yargılamasının temel ilkesi olan masumluk karinesine halel gelmeden, ama sırf ona halel gelmesin diye de bir neslin akıl ve vicdanını zedelemeden. Tabii bu çok hassas bir denge, bunun bilincindeyim. Ama bu dengenin zamanla yerine oturacağına da inanmak istiyorum.

            İşte dananın kuyruğu kanımca burada kopuyor: Bu linçler esnasında gerçekten akla ve mantığa, vicdana aykırı pek çok söylem için “Bu benim görüşüm, sana ne! Nerede kaldı ifade özgürlüğü! İşinize gelince ifade özgürlüğü dersiniz ama!” diyenler beliriyor bir anda. Yani ifade özgürlüğü var diye senin bir insanın, bir azınlığın, bir toplumun, bir milletin canına, malına ve haklarına gaspına dair fikrine de tolerans tanımalı mıyız?

            İşte bu soruya ünlü filozof Karl Popper cevap veriyor: “HAYIR.”




“Popper’a göre sınırsız tolerans nihai toleransın ölümüne sebep olur.”

            Popper’ın mantığını şöyle özetleyebiliriz: Sınırsız hoşgörü, en sonunda hoş görüyü yok edecektir. Nasıl mı? Örneğin elimizde beş kişi olsun:

  • Bu beş kişiden biri pedofiliyi savunsun. Bunu kendince de bilime, dine veya sosyolojik başka bir nedene dayandırsın.
  • Kalan dört kişiden biri de bu düşünceye şiddetle karşı çıksın.
  • Kalan üç kişiden biri karşı çıkmakla beraber her fikrin konuşulmaya değer olduğunu savunsun.
  • Kalan iki kişi de bu pedofiliyi meşrulaştırma konusunda kararsız olsun.
  • Bu durumda tek bir kişi, onu desteklemeyen ve ifade özgürlüğünü savunan kişi sayesiyle zamanla söylemleri ile diğer iki kişiyi de etkileyebilir. Bu durumda ikiye karşı üç oyla pedofiliyi herhangi bir meşru zemine indirebilir.
            Örnek vurucu olsun diye pedofiliden seçtim, bu yüzden kalkıp “Yok artık bu kadarını da kimse kabul etmez!” demeyin. Zira şu an Twitterda bunu alenen savunan 10 insan bulmam tek tıklamaya bakar. Arkadaşlar çok klasik bir örnektir ama “ifade özgürlüğüne gösterilen tolerans” sebebiyle bir dönem Yahudiler yakılıp sabun yapıldı hani, bir düşününce işin ulaşacağı boyutlar hiç güldürmeyen bir şaka gibi.


(Mobilden giriyorsanız görsele tıklayarak büyütebilirsiniz.)

            Bu yüzden hoşgörülü bir toplum içerisinde hoşgörüsüz olanlar ve kendisi gibi olmayanları cezalandırmak, yok etmek, öldürmek isteyenler sistemin dışına atılmalı, esasında onlar cezalandırılmalıdır.

            Hayat tatlı pembe bulutlar ardında sandığımız kadar liberal olmadığı için üzgünüm. Ama görüldüğü üzere kaba tabirle bir “dirlik düzenlik” kurulabilmesi için toplumda ve toplumun bir uzantısı olan internet üzerindeki mecralarda kadın çalıştırılamaz, kadın dediğin evde oturur, kız çocuklarıyla evlenilebilinir , kadın dediğin kapanmak zorundadır, Suriyelilere siktirsin memleketine gitsin, oğlan çocuklarına anne sütü emdirmek kadın sömürüsüdür, aşı aslında emperyalist güçlerin bir oyunudur ve çocuklarımızı aşı hasta eder vb. şeyler diyenler gibi kaba ve sert örnekleri linç etmemiz gerektiği kadar bence “ya ama o da fikrini ifade etsinnn” diyen tatlı minik liberalleri de linç etmemiz gerekir. İşte şu an belli kesimlerce anlaşılamayan bir diğer konu da budur bence: İnsanlar kıllarını almayan bir kadının fotoğrafına, biber dolmasının içini de dışını da yiyen insanlara veya herhangi bir popüler filmi beğenmediğini söyleyen herhangi birine o kadar yersiz ve gereksiz bir nefret kusuyor ki, toplum içinde linçlenip dışlanmak cezalandırıcı olma özelliğini kaybediyor. Hatta bir yerden sonra “milleti kudurttum  amk ehehe” şeklinde bir övgü malzemesi gibi görülüyor. Bu durumda örneğin trans haklarına saldıran bir şahsı linçlemek veya oğluna okul pantolonu alamadığı için intihar eden baba hakkında “parayı kesin karı kızla yiyordur bu herif” diyen dangalağı linçlemenin bir değeri kalmıyor. Çünkü sistem bir başka açıdan çökmüş oluyor.

            Tabii siz yine de beni veya Karl Popper dedemizi linçleyebilirsiniz. Nasılsa zalime vurmaktansa züğürdü dövmek daha risksizdir.