Neredeyse
üç sene olmuş ben en son yazımı yazdığımdan beri… Oysaki o zamanlar söz
vermiştim sizlere “Yeniden bloğa düzenli yazacağım!” diye.🤦♀️
Aslında düzenli yazacaktım fakat okunma oranlarımın
düşmüş olması üzmüştü beni. Artık bir dinozor gibi blog yazmanın değil de
YouTube videoları çekmenin moda olduğu bir çağda bu durumun tarafımca öngörülebilir
olması gerekirdi. Ama öngöremedim, bir de üstüne uzun süre ara verdim. Sonra
bir gün bloğa şöyle bir baktım da ben hiçbir güncelleme yapmadığım, hiçbir
paylaşımda bulunmadığım halde kendi kendine az da olsa okunma oranı artmış,
hatta iki-üç yorum bile gelmiş yazılarıma.
Böylece bir şeyi fark ettim, Twitter’ın sadece
rahatlamak, sadece nefes almak amaçlı oluşturduğu habis linç ortamının yanında
benim uzun uzadıya yazılarımın sadece hemfikir olduğum veya benle ayrı fikirde
olsa da önce beni dinleyip tezime anti-tez sunabilecek insanların bulunduğu bu
blog ortamı aslında benim “kendime ait bir odamdı.” (Virginia Woolf’a
sevgilerle.)
Bu yüzden bu yazımın konusunu özellikle seçtim: Düşünce
ve ifade özgürlüğü herkes için değildir!
Yalan yok, Twitter’da bazı mantıklı, makul, doğru,
yapılması gereken linçlere de sahne olduk. Örneğin Şule ÇET davasında “O da o
saatte niye oradaymış kız başına” diyenlerin tweetleri gibi. Veya aynı davada
delil karatma yoluna giden, Avukatlık Kanunu uyarınca avukatlık mesleğinin etik
ve vicdani değerlerini iki paralık eden sanık müdafii gibi. Daha iyi bir toplum
için, en azından nabzı internette atan genç kuşağa ulaşmak bakımından sağladığı
kolaylık düşünüldüğünde, sosyal medya linçlerini destekliyorum. Tabii ki hukuka
ve etiğe uygun olduğu ölçüde! Örneğin ceza yargılamasının temel ilkesi olan
masumluk karinesine halel gelmeden, ama sırf ona halel gelmesin diye de bir
neslin akıl ve vicdanını zedelemeden. Tabii bu çok hassas bir denge, bunun
bilincindeyim. Ama bu dengenin zamanla yerine oturacağına da inanmak istiyorum.
İşte dananın kuyruğu kanımca burada kopuyor: Bu linçler
esnasında gerçekten akla ve mantığa, vicdana aykırı pek çok söylem için “Bu
benim görüşüm, sana ne! Nerede kaldı ifade özgürlüğü! İşinize gelince ifade
özgürlüğü dersiniz ama!” diyenler beliriyor bir anda. Yani ifade özgürlüğü var
diye senin bir insanın, bir azınlığın, bir toplumun, bir milletin canına,
malına ve haklarına gaspına dair fikrine de tolerans tanımalı mıyız?
“Popper’a göre sınırsız tolerans
nihai toleransın ölümüne sebep olur.”
Popper’ın mantığını şöyle özetleyebiliriz: Sınırsız
hoşgörü, en sonunda hoş görüyü yok edecektir. Nasıl mı? Örneğin elimizde beş
kişi olsun:
- Bu beş kişiden biri pedofiliyi savunsun. Bunu kendince de bilime, dine veya sosyolojik başka bir nedene dayandırsın.
- Kalan dört kişiden biri de bu düşünceye şiddetle karşı çıksın.
- Kalan üç kişiden biri karşı çıkmakla beraber her fikrin konuşulmaya değer olduğunu savunsun.
- Kalan iki kişi de bu pedofiliyi meşrulaştırma konusunda kararsız olsun.
- Bu durumda tek bir kişi, onu desteklemeyen ve ifade özgürlüğünü savunan kişi sayesiyle zamanla söylemleri ile diğer iki kişiyi de etkileyebilir. Bu durumda ikiye karşı üç oyla pedofiliyi herhangi bir meşru zemine indirebilir.
Örnek vurucu olsun diye pedofiliden seçtim, bu yüzden
kalkıp “Yok artık bu kadarını da kimse kabul etmez!” demeyin. Zira şu an
Twitterda bunu alenen savunan 10 insan bulmam tek tıklamaya bakar. Arkadaşlar
çok klasik bir örnektir ama “ifade özgürlüğüne gösterilen tolerans” sebebiyle
bir dönem Yahudiler yakılıp sabun yapıldı hani, bir düşününce işin ulaşacağı
boyutlar hiç güldürmeyen bir şaka gibi.
(Mobilden giriyorsanız görsele tıklayarak büyütebilirsiniz.)
Bu yüzden hoşgörülü bir toplum içerisinde hoşgörüsüz
olanlar ve kendisi gibi olmayanları cezalandırmak, yok etmek, öldürmek
isteyenler sistemin dışına atılmalı, esasında onlar cezalandırılmalıdır.
Hayat tatlı pembe bulutlar ardında sandığımız kadar
liberal olmadığı için üzgünüm. Ama görüldüğü üzere kaba tabirle bir “dirlik
düzenlik” kurulabilmesi için toplumda ve toplumun bir uzantısı olan internet
üzerindeki mecralarda kadın çalıştırılamaz, kadın dediğin evde oturur, kız
çocuklarıyla evlenilebilinir , kadın dediğin kapanmak zorundadır, Suriyelilere
siktirsin memleketine gitsin, oğlan çocuklarına anne sütü emdirmek kadın
sömürüsüdür, aşı aslında emperyalist güçlerin bir oyunudur ve çocuklarımızı aşı
hasta eder vb. şeyler diyenler gibi kaba ve sert örnekleri linç etmemiz
gerektiği kadar bence “ya ama o da fikrini ifade etsinnn” diyen tatlı minik
liberalleri de linç etmemiz gerekir. İşte şu an belli kesimlerce anlaşılamayan
bir diğer konu da budur bence: İnsanlar kıllarını almayan bir kadının
fotoğrafına, biber dolmasının içini de dışını da yiyen insanlara veya herhangi
bir popüler filmi beğenmediğini söyleyen herhangi birine o kadar yersiz ve
gereksiz bir nefret kusuyor ki, toplum içinde linçlenip dışlanmak cezalandırıcı
olma özelliğini kaybediyor. Hatta bir yerden sonra “milleti kudurttum amk ehehe”
şeklinde bir övgü malzemesi gibi görülüyor. Bu durumda örneğin trans haklarına
saldıran bir şahsı linçlemek veya oğluna okul pantolonu alamadığı için intihar
eden baba hakkında “parayı kesin karı kızla yiyordur bu herif” diyen dangalağı
linçlemenin bir değeri kalmıyor. Çünkü sistem bir başka açıdan çökmüş oluyor.
Tabii siz yine de beni veya Karl Popper dedemizi
linçleyebilirsiniz. Nasılsa zalime vurmaktansa züğürdü dövmek daha risksizdir.