Merhaba arkadaşlar!
Uzun zamandır yazmıyordum. Aslında yazmak istediğim çok şey
var ama bağlayamıyorum birbirine.
Sizinle bir arkadaş, bir dost, bir kanka, bir okey yancısı,
bir “anne bu gece x’de kalabilir miyim” yalanındaki x olarak, o samimiyetle
konuşarak okuduğum kitapların “kötü özetini” yapmaya karar verdim. Kötü özet
nedir? Şimdi görecekseniz. Eh, başlıyorum o zaman ben?
NOT: Şu notu
yazıp bazılarınıza geri zekalı muamelesi yapacağım için özür dilerim ama amaç
zaten “kötü özet” yapmak. Yani kalkıp da “offf sen bu kitapları götünle mi
okudun ya” tepkisi vermeyin.
NOT NOT: Listeye
koyduğum her kitap (Tamam Yılkı Atı hariç her kitap) gerçekten sevdiğim,
beğendiğim ve elbette ki edebi değeri tartışılmaz olan kitaplar. O yüzden
aralarında okumadığınız varsa okuyun derim.
NOT NOT NOT:
“Kızım sen niye her şeyi sekse bağlıyon lan” dememeniz için uyarıyorum, bir şeyin “kötü” özetini yapıyorsan
içindeki “kötüleştirmeye müsait olan” konuyu ön plana çıkarırsınız. Güzel
ve önemli olan bir eseri çirkinleştirmek için içindeki katili, kumarbazı,
şerefsizi; eğer bunlar yoksa da cinselliği ön plana çıkarmak gerekiyor.
ADALET AĞAOĞLU –
HAYIR
Profesör bir kadın var adı Aysel. İyice yaşlanmış, kafayı
yemiş. Yeni araştırması hakkında bir konferansa giderken otuz kırk sayfa
boyunca annesinden kalan gül desenli ipek çorapları deniyor. İşte annesi bu
çorapları ilk gerdek gecesinde giymiş diye böyle bıyık altı gülmeler falan,
“Bizim de hayatımızdan ne erkekler geçti ha, fakat kabul edelim güzel geçti.”
diye düşüncelere dalıyor. Buraya kadar her şey romantik gibi derken Aysel
teyzenin yüzyılın en geniş en rahat insanı, gavatlık kurumunda müdür olmuş
birisi olduğunu öğreniyoruz: Zira kocası bunu yeğeniyle boynuzlamış, o da bu
aşka “helal olsun lan aferin he keratalar sizi ehehe” tepkisi vermiş, üstüne
üstlük düğünlerine falan gitmiş. Sonra işte öğrencilerinden biriyle yatmış
falan zamanında. O dönem bir de sosyalist bu. Haliyle çok sevmiyorlar bu
kadını, atıyorlar falan okuldan. Burada anlayacağınız gibi kadının cinsel
özgürlüğü ve sosyalizm temalı mesajlar alıyoruz. Bu arada ortada sürekli slip
donla dolaşan bir sanatçı arkadaş var. Bu Aysel’in evine giderken elli sayfa
boyunca fantezi kuruyor “acaba şu an evde çıplak mı” gibi ya da “acaba öldü mü
belki evde ölü yatıyordur” gibi. Ölüsünün bile “derisi nasıl yere düşmüştür
acaba ya oyşşş” modunda hayal eden tam bir ruh hastası yani. Bir de gerçekten
değinmeden edemeyeceğim ama, Adalet Hanım slip don ne Allah aşkına ya? Üzerinde
“Çalıştırmak için butonu kaldır xD” yazan boxer bile daha cezbedici. Hayır, biz
zaten her yaz kumsalda slip ile gezen, güneşten pancar olmuş Alman dedeler
görmekten sıkıldık. Bu ne şimdi?
ORHAN KEMAL – EL KIZI
Hacer diye bir kadın var tam bir fettan kaynana, yemin
ediyorum Firdevs Yöreoğlu’nu binle çarpar, üssünü on falan alır. Tam bir kokoş.
Torunu var Haldun tam bir şeker parçası. Torunu kendisi babaanne deyince
sinirleniyor, öyle bir gençlik düşkünü. Oğlu var Mazhar. Mazhar şehrin en iyi,
en aranan avukatlarından biri… Çok da yakışıklı… John F. Kennedy Jr. gibi bir
adam yani. Biraz daha yerli bir örnek vermek gerekirse: Kıvanç Tatlıtuğ’a takım
elbise giydiriyorsunuz ve onu bok gibi para kazanan bir avukat olarak hayal
ediyorsunuz. Yani yakışıklılık, sosyal statü, para ne ararsan bunda… Bunun bir
de karısı var Nazan. Nazan tam bir saftron. Kaç yıldır evliler hâlâ utandığı
için kocasına sarılamıyor bile. Öyle sarılmakmış, öpmekmiş, cilveymiş falan hiç
yok. Aşırı güzel kadın ama “seks?” desen yere yatıp ölü taklidi yapacak ve
tehlikenin geçmesini bekleyecek. Mazhar tabi bu durumdan çok şikâyetçi… Hayatta
istediği her sahada istediği her şeyi elde etmiş ama evdeki saha yıllardır
şampiyonluk görmemiş. Taraftar üzgün. Taraftar şampiyonluk istiyor. Adamın östrojen
bombası gibi olan annesi Hacer de gaza getiriyor bunu “Ay oğluşkom erkeğin
elinin kiri” diye. Bu Mazhar pavyona gidiyor. Orada konsomatris Jale geliyor
bunun masasına. Önce bunlar sadece rakı içip dertleşiyorlar. Sonra alkolün
etkisiyle bir şeyler oluyor da bu Jale’nin göğsünü görüyor. “Lan meme böyle bir
organ mıydı anasını satayım vuhuhuhu” tarzı bir kafaya giriyor. Sonra işte
Nazan’ı evden kovup boşamalar, çocuğu göstermemeler, Jale ile evlenmeler falan
derken olayların içine bir de cinayet giriyor. Hatta bizim Nazan bir ara hayat
kadını oluyor, kocasına sarılamayan kadın lezbiyen ilişkilere bile giriyor para
için. Özetle Orhan Kemal çılgın fantezilerini döktürmüş biraz. Ama güzel
kitaptır yav, benim kötü özet yaptığımı unutmayın. Ha bir de koskoca Orhan
Kemal’i de “Oha seks var lan” mantığı ile okuyacaksanız hiç okumayın.
STENDHAL –KIZIL İLE
KARA
Julien Sorel diye bir lavuk var. Tam bir faydasız… Sürekli
kitap falan okuyor, hayvan gibi Latince öğrenmiş bu yüzden çomar olan köylü
ailesi bunu pek sevmiyor. Bu da rahip mi olsam asker mi olsam diye düşünüp
duruyor, neden çünkü dönemin en popüler iki mesleği. Günümüzde “Hocam tıp
tutuyor ama mühendislik de yazayım mı sizce”si o dönem rahiplik ve askerlik
yani. Neyse bu ilk manastıra katılıyor ama bu sefer de tanrı inancını
sorguluyor falan, onun yerine diyor ki “ben çok hırslı pezevengin tekiyim,
aşırı iyi Latince biliyorum, zengin ailelere karışa karışa yaşar giderim.”
Harbiden de yapıyor abimiz. Artık nasıl bir şeyse hangi zengin evine gitse
Latince bilmesi sayesiyle evin hanımını, evin kızını, hizmetçisini falan kim
varsa ayartıyor. İşin ilginç yani öyle gelip geçici bir heves de olmuyor bu
kadınlar için. Baya bildiğin “Mantık ne
ya aklımın iplerini saldım, gel efendim ol benim” gibi, “Julien sen iste ben
ölürüm sana olan aşkım mantığımı söküp atar” gibi. Yani anlayacağınız, adam
Latince ve kadınları etkileme yeteneği ile yükseliyor da yükseliyor
aristokraside. Tabii onun bunun karısına kızına hallen, onun bunun arkasından
iş çevir, milleti hamile bırakıp kaç falan nereye kadar? Adamın götünden kan
alırlar kan…
BALZAC – GORIOT BABA
Mösyö Goriot diye bir adam var, bizim edebiyatımızdaki
karşılığı Ali Rıza Bey. Varını yoğunu iki kızına harcamış, harcamaya da devam
ediyor. Kızları da tam bir faydasız, zengin koca bulur bulmaz babalarını
unutmuşlar. Boyuna kocalarını sömürüp aldatıyorlar bunlar. Yaa… Böyle de
şerefsizler işte. Hayır bir yandan da babalarından para almaya devam ediyorlar.
Ama Goriot Baba’nın durumu rezil, adam bir handa tek göz odada yaşıyor. Üstü
başı yırtık pırtık, yine de “kızlarım da kızlarım, yavrularım da yavrularım”
deyip duruyor. Adam gibi adam Goriot Baba. Sonra ama tek başına can veriyor
odasında. Kızları yanına bile gelmiyor. Ulan ya Çağan Irmak filmlerinde bile
böyle bir dram yok.
CENGİZ AYTMATOV –
BEYAZ GEMİ
Bir çocuk var isimsiz, anası babası terk etmiş bu sabi
sübyanı, dedesi, ninesi, halası ve orrrooospu çocuğu eniştesi ile beraber
yaşıyor. Garibimin en büyük hayali balık olmak, eğer balık olursa denize açılıp
hep uzaklardan dürbünü ile gördüğü Beyaz Gemi’ye varabilir. Bu yavrucağa
demişler ki zamanında, “Senin baban gemide çalışıyordu, denizciydi.”.
Yavrucağım da inanmış buna, babasının o beyaz gemide çalıştığına inanıyor. Bu
yavrucağın dedesi dünya tatlısı bir adam, çekik Kırgız gözlerinden öpesiniz
gelir. Keza ninesi de fena sayılmaz. Halası da iyi kadındır fakat ona kader
vurmuştur. Halası kısırdır ve “bir Türk toplumunda çocuğu olmayan, çocuk
doğuramayan bir kadın” olduğu için kocasından boyuna dayak yer. Kocası, yani
çocuğun eniştesi, safkan bir orospu çocuğu demiştim size. Bu gavat kitap boyu
içip içip karısını döver, hatta bazen yetmez çocuğu da döver bu şerefsiz,
uğursuz, it. Neyse, Kırgızlar için geyik çok önemli bir şey arkadaşlar. “Maral”
diye bir geyik anaları var, onlardan geldiklerine inanıyorlar. Bütün kitap
maral aşağı maral yukarı, yok mezarıma maral boynuzu asacağım yok götüme maral
sokacağım diye gidiyor böyle. Derken bunların yaşadığı yerde haliyle geyiklerin
soyu azalıyor. Bu arada aile de ekonomik açıdan çöküyor. Bizim ponçik dede
ölüyor. Çocuk dedesinin ölümüne, geyiklerin ölümüne ve orrrosspu çocuuğuuu
eniştesine daha fazla dayanamayıp balık olmak umuduyla intihar ediyor,
boğularak ölüyor. Sabi sübyandan ne istediniz lan. İçim acıdı yemin ediyorum.
PEYAMİ SAFA –
DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU
Bir adam var, bu çocukluktan beri hasta. Ayağında falan bir
problem var ama tam olarak ne biz de anlamadık. Kaç yıldır bununla
uğraştığından “sikerler böyle işi amk” kafasına gelmiş artık her şeyi boşlamaya
başlamış fakat hâlâ içinde son bir umut var. Neyse bu adamın amcası mı artık
neyiyse Paşa’dır. Paşa bunu görmek ister, çok da tatlı adam he bu Paşa;
bildiğin adı Paşa olan Golden köpekler gibi şirin bir adam. Nasıl espri ama bok
gibi, neyse… Bu Paşa’nın evine gider. Paşa’nın bir kızı var Nüzhet. Hafiften
gönlü kayıyor bizim esas oğlana. Bizim esas oğlan da boş değil. Fakat esas
oğlanın doktoru Ragıp, Nüzhet’i istiyor. İstemek derken Allah’ın emri
peygamberin kavliyle yani… Nüzhet bir gece “uyuyamıyorum” bahanesiyle esas
oğlanın odasına giriyor. Tabii o zamanlar whatsapp yok, “uyudun mu” diye
sonunda utanan maymunlu mesaj atamıyor garibim. Neyse, odaya giriyor evet,
sonra bunlar muhabbet ediyor. Muhabbet ederken de esas oğlan bunu kendisine
çekip öpüyor. Sonra Nüzhet “OMAN TANREM” tepkisi verip kaçıyor. Neyse, bunlar
bir süre bağda üzümlere kükürt atacağız falan bahanesiyle bağda falan
buluşuyorlar. Tabii bu sefer öpüşmeden daha ileri, ama sevişmeden daha aşağı
bir şeyler oluyor bağda. Elin gavurunun değimiyle: make out, bizdeki yiyişmek daha
masumca kalıyor sanırım. Neyse, aralarındaki ilişki burada bu boyutta kalıyor
çünkü esas oğlanın bacağının kesilmesi gerektiği için 9. Hariciye Koğuşu’na
kaldırılıyor. Bacağı kesilmiyor ama topal kalıyor, Nüzhet de Ragıp ile
evleniyor. Herkes hayatına devam ediyor.
ABBAS SAYAR – YILKI
ATI
Bir at var, kışın bunu doğaya salıyorlar çünkü kış, kıtlık
falan, bütün hayvanlara bakmak zor. Neyse, bu doğaya salınan at yaşarsa yazın
bunu geri alacaklar, yaşayamazsa işte durum belli: Mort. Bütün kitap bu at
koşuyor, dereden su içiyor, tekrar koşuyor, uyuyor, koşuyor, çiftleşiyor,
koşuyor, uyuyor, dereden su içiyor… Bu kadar. Ne yalan söyleyeyim ben sevmedim zaten bu kitabı. Dizi olmuş diyorlar, bir sezon boyu atın dağda koşmasını mı çektiniz ne yaptınız lan? Ama tutmuş da olabilir bak bu dizi, çünkü bu ülke bir zamana kadar youtube'da en çok izlenen videosu "Balıkesir'in Çılgın Eşekleri" olan bir ülke. Haliyle bir atın üç sezon koşması, çiftleşmesi, kaçması, gelmesi falan baya ilgi çekici olabilir. Zaten sorarsan herkes "Ben çok televizyon izlemiyorum ya izlesem bile daha çok belgesel ben..."
YUSUF ATILGAN – AYLAK
ADAM
Bir adam var, aylak. Kitabın başından sonuna gerçek aşkı
arıyor. “Kızım ben seni üzerim”in vücut bulmuş hali. Gerçek aşkı bulamıyor. Ama
Nightingale sendromundan mıdır nedir bu adama karşı acayip bir sempati besledim
ben haa…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder