30 Ocak 2016 Cumartesi

GÖREMEYECEĞİN KADAR GERÇEK


Merhabalar,

  Bir kaç kere yazdığım, sonra yayınlamadan sildiğim bir yazı olacak bu. Duymak istemediğiniz, duymaktan hoşlanmayacağınız şeyleri yazdım. Ve sanırım yazıya geçirdiğim bu olaylardan çok, korkunç olan şey bu olayların "gerçek" olmasıydı.

  On birinci sınıftayken Beyza ile Tübitak'a sosyoloji projesi hazırlamaya girişmiştik. Sonra felsefe hocamız Rifat Hoca'nın ve rehber öğretmenimiz Özden Hanım'ın tüm çabalarına rağmen okulun gerekli özeni göstermemesi, tarihte sorun çıkarması nedeniyle rafa kaldırdık. Projemizin konusu "Yetiştirme Yurdunda Kalan Çocuklara Toplumun Tepkisi"ydi. 

  Projemizin ilk adımı Buca'daki kız yetiştirme yurduna gitmekti. Fakat bu yurt, öyle hani "ben bu çocuğa bakamayacağım, devlet baksın" tarzı bir şey değil. 

  Ailesi tarafından istismara uğramış çocuklar var. (Psikolojik istismar, dayak, cinsel istismar...)

  O gün oradaki psikologlar ile konuşurken bir kızın ailesi onu görmek istedi, babayı içeri almadılar. Psikologların açıklaması da "Dava sonuçlanmadan babayla görüştüremeyiz, cinsel istismar ağır suç." oldu.

  Aklınıza hemen diyanetin o iğrenç, rezil fetvası geliyor şimdi, değil mi? İşte diyanetin yaptığı bunu meşrulaştırmak oldu. Sözüm ona her şeye düzen ve ahlak belirleyen "din", buna izin veriyordu.

  Doğruyu söylemek gerekirse tam da "Hukuk okusam mı okumasam mı acaba ya" dediğim bir dönemdi ve o gün kesin kararımı vermiştim. Küçük kızların, kadınların hayatı için seçtim. (O taraftan bakınca çok ciddiyetsiz duruyor olabilirim, fakat bir amacım var ve bu amacımı yerine getireceğim.)

  Bu sene ödevimiz vardı. Bir kaç duruşma izleyecektim. 16 tane duruşma izledim. Bunların bir kısmı komikti, büyük bir kısmı ise garip ve ürkünçtü. 

  Bu yazım kadına (ve çocuklara) karşı şiddet ve cinsel istismar hakkında, yüzde yüz gerçek, mahkemede açık bir şekilde gördüğüm, duyduğum şeylerle ilgili. 

  Yazdıklarımın yüzde yüz gerçek olduğuna her türlü teminatı verebilirim. Fakat bu kişilerin isimlerini ve duruşmaların geçtiği mahkemeler hakkında bilgi vermeyeceğim. Sadece, bilemiyorum, gerçekliğinden emin olduğunuz bir şeyleri okumak bu durumun sadece haberlerde beş dakikada gösterilen bir şeyden daha çok dikkatinizi çeker diye düşündüm.

  İyiden kötüye doğru sıralayacağım, okuyup okumamak size kalmış...

  Tekrar ediyorum, buraya yazdıklarım görmek istemeyeceğiniz kadar gerçek.
1) BANYO


  G. Hanım normalde başka bir şehirde yaşadığı halde dayısı yatalak kalınca ona bakan yengesine ve kuzenine yardımcı olmak için eşiyle beraber İzmir'e taşınmış. Dayının yatalak olmakla beraber aklı da gidip gelmeler yaşıyormuş son zamanlarda. Neyse, bir gün yengesi ve kuzeni dayıyı yıkamaya çalışırken G. Hanım da mutfakta bulaşıkları yıkıyormuş. Yengesi klasik hayattan bıkan kadın modeliyle söylenmeye başlamış işte "Ölse de kurtulsak" gibi şeyler. En sonunda yardıma gelmesi için  G. Hanım'a bir kaç kez bağırmış. G. Hanım'da gelmek istememiş, bulaşık yıkadığını bahane etmiş. Bunun üzerine yengesi "Gel kız, dayının taşaklarını gör!" diye bağırmış.

  G. Hanım haliyle bu lafa sinirlenmiş, bir şey dememiş. Bunun üzerine yenge "Gel bana yardım et." diye bağırmaya devam etmiş. Bunun üzerine G. Hanım bulaşığı bırakıp yanlarına gitmiş. Banyo kapısına gelince içeriye geçmek için banyo terliği ararken kuzeni "Çık, çık lan dışarı!" diye bağırmaya başlamış ve kadına banyoda bulduğu eşyaları fırlatmaya başlamış. Sonra kadının üzerine yürüyünce kavga ağız dalaşı halini almış. Yenge de fırsattan istifade ederek G. Hanım'ın yüzüne tükürmüş. Bağırış çağırış derken olay durmuş.

  Olayın geçmesinden sonra üçü birden salonda oturuyormuş ama hani kavgadan sonra oluşan bir sessizlik olur ya, öyle bir sessizliğin ortasında oturuyorlarmış.

  Birden G. Hanım'ın kuzeni ayağa fırlamış ve "Seni öldüreceğim!" diye G. Hanım'ın üstüne atlamış. 

  G. Hanım'a önce yumruk atmaya başlamış, sonra yatalak olan dayının az biraz yürüyebilirken kullandığı baston ile vurmuş. G. Hanım'ın böbreğinin olduğu tarafta fıtığı varmış, bilerek oraya defalarca tekme atmış. Kadının ağzından kan gelmeye başlamış, acıdan nefesi kesilmiş. Ve bütün bunlar olurken yengesi "Oh, çok iyi yaptı benim oğlum! Oh!" diye arkadan sesleniyormuş.

  İşte bu noktada G. Hanım'ın avukatı Hakime'ye G. Hanım'ın dayak yedikten sonra çekilen fotoğraflarını gösterdi. Oturduğum yerden -farkında olmadan- fotoğrafları bana dönük tuttuğu için görebildim. Hayatımda gördüğüm en korkunç şeylerdendi bu görüntü. Bir tabak gibi şişman koca yüzlü G. Hanım'ın gözleri yediği darbelerden kaynaklı şişkindi ve kapanmıştı. Yüzü komple mor-kırmızı-yeşil renklerde morluklarla doluydu. Mahkeme sırasında yüzünde hala belli başlı bazı morluklar vardı fakat fotoğrafa oranla baya iyileşmişti. Ben sadece yüzünü görebildim, kim bilir bedeninde daha ne morluklar ne yaralar vardı. Her şey ne içindi? Aptal bir banyo meselesi için. Oğlunun dayak atmasını marifet bilen bir kadın için.

  Dayak yediği ve yengesinin de arkadan gazı verdiği sırada G. Hanım bir ara zar zor bir şekilde "Al bu oğlunu, beni öldürecek, eğer ben ölürsem kocam sizi süründürür." demiş. Bunun üzerine kadın bayılınca yenge oğlunu durdurmuş ve kadının kocasını aramış. Kocası gelince komşuların da yardımıyla hastaneye kaldırmış G. Hanım'ı. 

  G. Hanım arabaya bindirilirken kuzeni de balkona çıkıp arkasından "Siktir git!" diye bağırmış.

  Bir banyo... Bir hakaret... Belki sizin evinizde bu tür olaylardan bir kavga çıkıp ölümden dönmüyorsunuz, umarım böyle şeyler de yaşamazsınız, ama sizin başınıza gelmiyor olması başka yerlerde başka insanların başına gelmediği anlamına gelmez ki. Siz bu yazıyı okurken bile milyonlarca G. Hanım yemeğin tuzunu fazla koyduğu için, çamaşırları geç yıkadığı için, o gece eşiyle sevişmek istemediği için öldürülesiye dövülüyor...

  Dava tanık bulma amacıyla ertelendi.

2) BİR BARDAK SU

  Bu dava benim girdiğim ilk kapalı davaydı. Normalde biliyorsunuz, Türkiye'de genelde davalar açık yapılır. Açık dava da herkesin girebildiği, izleyebildiği davalara denir. Bir şeyin "gerçekten adaletli yapıldığını" gösterir, sembolik anlamı budur. Fakat bazı ağır suçlar, siyasi ya da askeri şeyler açık dava değil kapalı davadır. Şimdi diyeceksiniz ki madem dava kapalı, sen nasıl izledin bunu diye. Hukuk öğrencileri ve stajyerleri hepsine olmasa bile bazı kapalı davalara girebiliyor. Neyse, lafı fazla uzatmadan anlatmaya başlasam iyi olacak.

  Ö. Bey ve A. Hanım arasında geçiyor dava. A. Hanım abisinin ailesi ile kaldığı evinin mutfak dolaplarını mobilyacılık yapan Ö. Bey'e yaptırıyor olayın meydana gelmesinden altı ay evvel. İşte bu mutfak yapıldığı süre içerisinde sohbet muhabbet derken ikili biraz yakınlaşıyor. Bu sırada aynı köyden olduklarını öğreniyorlar, hemşeri ayakları başlıyor falan. 

  En sonunda Ö. Bey bir şeyler hissetmeye başlıyor ve A. Hanım'a evlenme teklifi ediyor. A. Hanım da "Ben bilmem, abim bilir." diyor. Gülmeyin, kadının bu söylediği size komik gelmesin. Cahilliğinden, toplum baskısından, kültürden dolayı hâlâ o kadar çok ki "ben bilmem abim/babam/beyim bilir" diyen kadınlar... Görmüyorsunuz, gerçekler. Göremeyeceğiniz, görmek istemeyip unutabileceğiniz kadar gerçekler.

  Olay günü saat 12.00-13.00 gibi Ö. Bey, A. Hanım'ın oturduğu evin önünden geçerken A. Hanım'ı camda görüyor. Onu camda görünce birden soluğu kapısında alıyor. A. Hanım kapıyı açınca, Ö. Bey de eve girmek istiyor. Bunun üzerine A. Hanım "Evde kimse yok, laf söz olur, eve girme." diyor. Bunun üzerine Ö. Bey de çok susadığını, ona bir bardak su vermesini söylüyor. A. Hanım da kapıyı açık bırakarak mutfağa gidiyor. Ö. Bey de salona geçiyor. Döndüğünde kapıyı kapalı gören A. Hanım da soluğu salonda alıp "Çık dışarı!" diye bağırıyor. Ö. Bey de "Seninle konuşacağım!" diye diretmeye devam ediyor. A. Hanım "Evde kimse yok, çık dışarı!" diye tekrar bağırıyor. Bunun üzerine Ö. Bey de "Abinin haberi var, rahat ol." diye yalan söylüyor. İyice korkan A. Hanım da "Gören olur, çık çabuk." demeye devam ediyor ama nafile. Ö. Bey abisinin evlilik meselesine ne dediğini soruyor. A. Hanım abisinin olumsuz yanıt verdiğini söyleyince Ö. Bey delleniyor ve A. Hanım'ın üstüne atlayıp onu zorla yere yatırıyor. Bağırmasın diye bir eliyle ağzını kapatıp öbür eliyle A. Hanım'ın pijamasının pantolonunu çıkarmaya çalışıyor ve bunu yaparken "Benimle evlenecek misin?" diye tehdit ediyor. A. Hanım elleriyle pantolonunu tutmaya çalışarak "Hayır" anlamında bağırmaya çalışıyor. Fakat en sonunda korkudan "Evet" anlamında başını sallıyor. Ö. Bey o zaman duruyor. Bu sefer A. Hanım bağırmaya başlıyor. "Bağırma, ses çıkarma, ne yaparsan yap seninle evleneceğim!" diye tehdit ediyor Ö. Bey. Bağırışmaları duyan komşular kapıya dayanınca Ö. Bey kapıyı açıp evden koşar adım uzaklaşıyor.

  Komşulardan biri akşam eve gelince eşine durumu anlatıyor. Komşunun eşi de A. Hanım'a dava açmasında, avukat bulmasında, polise başvurmasında yardımcı oluyor.

  Ö. Bey nitelikli cinsel saldırı ve konut dokunulmazlığı ihlalinden dolayı 5 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırılıyor. 

  Bu olay üzerine denilebilecek çok şey var aslında. Ama ben yine de şunun üzerinde duruyorum: Komşunuzun çığlıklarına kulak verin. Eğer o komşular kapıya dayanmasaydı A. Hanım tecavüze uğrayacaktı. Eğer o komşu olan biteni kocasına anlatmasa ve kocası da A. Hanım'a yardımcı olmasa okuma yazmayı bile çat pat bilen ve evlenme mevzusunda bile "Ben bilmem, abim bilir." diyen A. Hanım asla bu mücadeleye giremeyecek, belki de sırf namusları temizlensin diye Ö. Bey ile evlendirilecek, hayatının geri kalanı boyunca şiddet, taciz, tecavüz görecekti. 

  Korkmayın arkadaşlar. Cahilin, ezilmişin yanında durmaktan korkmayın. Küçücük bir hareketiniz bir can kurtarabilir. 


3) KUZEN

  Şimdi yazacaklarım en zor, en acıklı olanı. Olan biteni de orada gördüğüm gibi yazacağım sırayla. Kendim bir şeyler katarak sizi yanıltmak istemiyorum, anlatımım yavan gelebilir. Sonuçta bu yazıda amacım edebiyat yapmak değil... Umarım dayanabilirsiniz.

  Bu dava şu an 25 yaşında olan bir adamın zeka geriliği olan kendi kuzenine 9 yaşından 12 yaşına kadar cinsel istismarda bulunması hakkında.

  Bu benim izlemiş olduğum kaçıncı duruşma bilmiyorum, ama gördüğüm en enteresan olaylardan biriydi bu. Davalı İ. Bey bir kamera ve ekran sayesiyle bağlandı duruşmaya. Kendisini savunan iki avukat vardı, biri erkek biri kadın. 

  Önce kadın avukat konuştu : "Madurede orta düzey zeka geriliği var, İ. 'ye aşık. İ. Bey daha yeni nişanlandığı için bu davayı kıskançlıktan açmış olabilir. Cinsel bir şey yaşadıkları söylenemez, madure bunu kafasından kurmuş olabilir. Ayrıca zeka geriliği öyle bir düzeydedir ki kişisel temizlik kurallarını ve cinsel bilgileri bilememektedir. Zira doktor raporunda hep anal bölgede temizlik üzerine durulmuştur. Bu yüzden müvekkilimin beraatini talep ediyorum" dedi.

  Daha uzun süreli ve detaylı konuşmayı erkek avukat yaptı. Onun anlattıklarından pek çok olayı anladık zaten. "İ. Bey'de Hepatit B hastalığı var. Madurenin polis raporuna göre 9 yaşından 12 yaşına İ. Bey onunla beraber olmuş. Bu ilişki sırasında oral seks de yapmışlar ve bu oral seks sırasında boşalma gerçekleşmiş. Gene madurenin ifadesine göre İ., boşalma sırasında meniyi "Bu can suyudur, bundan çocuk oluyor." diye yalatmış. Madure yuttuğunu da söylüyor. Hepatit B cinsel yolla bulaşabilecek bir hastalık. Bu üç yıllık sürede muhakkak madurenin Hepatit B kapmış olması gerekir fakat bu konuda hiçbir doktor raporu görülmemektedir. Davamız için kritik bir nokta oluşturmakta. Bu yüzden hastaneye teslim edilip Hepatit B kapıp kapmadığı öğrenilmeli. Ayrıca madure İ.'nin fıtık ameliyatı izinin yerini söylemiş, fakat İ.'nin fıtık ameliyatı olduğu aile içerisinde herkesin bildiği bir olay. Bu ilişkiye girdiklerini, yani İ.'yi çıplak gördüğünün kanıtı olamaz. Size sunduğumuz dosya içerisinde madurenin bir sene önce bir akrabası ile yatakta çekilmiş bir fotoğrafı bulunmakta. Bu demektir ki ailede herkesle böyle yakın birisi. Ayrıca sağlık raporlarında hiçbir şekilde sperm bulgusunun olduğu söylenmemiş, sperm bulgusu yok. Doğal olarak kanıt niteliği de yok. Raporlarda madurenin %70 geri zekalı olduğuna değinilmiş. %70 geri zekalı birinin yaşadıklarından kaynaklı psikolojisi bozulamaz. Üstelik adliye raporunda madurenin zeka geriliğinden dolayı tam bilgi veremediğinin defalarca üzerinde durulmuş. Madure şu an 14 yaşında, en son 12 yaşında ilişkiye girdiklerini iddia ediyor, 2 senedir aralarında bir şey olmadığını söylüyor. İ. nişanlandıktan üç gün sonraysa şikayette bulunuyor. İ.'ye aşık olduğunu söylüyor. Tüm bunları kıskançlıktan yaptığı çok açık. Anal seks yaşadıysa anal yollar maksimum 6 minimum ise 3 ayda iyileşir. Bu durumda madurenin anal yollarının incelenmesi, bir iz bulunursa bu izin ne kadar geriye dönük olduğunun araştırılması gerekli. Çünkü önceden de belirtildiği gibi iki yıldır aralarında bir şey olmadığını iddia ediyor. Eğer izler yakın zamana aitse bu kişi İ. olamaz." dedi.

  Bunun sonucunda madurenin Hepatit B kapıp kapmadığının araştırılmasına, bunun için gerek madurenin gerek sanığın kanının alınmasına, anal ve oral ilişki ile hepatit kapılıp kapılmayacağının araştırılmasına, eğer kapılma ihtimali varsa bu ihtimalin ne kadar olduğuna, geriye yönelik bulguların en fazla ne kadar eskiye ait olabileceğinin araştırılmasına, madurenin sosyal hizmet uzmanının belirlediği şekilde tarih ve saate güvenilerek 12 yaşında cinsel ilişkiye girdiğinin bu rapor ile kanıtlanmasına karar vermek amacıyla davayı ertelediler.

  Şimdi, bir sonraki duruşmayı kaçırdığım için ne oldu bilemiyorum. Ama eğer bu yaşananla gerçekse çok korkunç, eğer bir kıskançlık, bir iftiraysa yine de korkunç. Bana sorarsanız %70 zeka geriliği bulunan bir kızın bu kadar yalan söyleyebileceğini zannetmiyorum. Ama dediğim gibi bu sadece benim kişisel düşüncem.


 Elimden geldiğimce bu yazı bütününce geçen isimleri, yerleri,duruşma gün ve saatlerini gizli tutmaya çalıştım. Bu yazdıklarım sizde ne hissettirdi bilmiyorum ama aileme, arkadaşlarıma bile anlatırken "Tamam tamam, yeter!" deyip lafımı kestikleri, duymak istemedikleri şeylerdi. Duymak istemediğiniz şeyler yaşanıyor arkadaşlar. Ne yazık ki yaşanıyorlar...



  











1 Ocak 2016 Cuma

BAĞZI ŞARKILAR ÇOK GÜZEL

Merhabalar!

  Dün yeni yıla girdik. Dün gece eve geldikten sonra (Eve geldikten sonra dediğim de hani dedemlerde kutladım. Dedemin durumunu biliyorsunuz, onunla yeni yıla girmek istedim. Şunu fark ettim ki önemli olan güzel günlerimizde illa içip içip sıçmak değil, sevdiğin insanlarla kutlamak. Dedemle geçireceğim son yılbaşım da olabilir. Neyse, üzücü şeyleri bırakalım şimdi kenara.) saat sabah beşe kadar uyuyamadım. Oturdum, Kazım Koyuncu dinlemeye başladım.

  Yahu, şu Karadeniz Türküleri çok güzel. Olmayan aşkın acısını yaşatıyor insana. Elini göğüsüne sokup yüreğini çıkarıp ikiye bölüyorsun. Öyle bir acı. Öyle güzel bir ses. Öyle değerli bir insan. 

  Neyse... Bilen bilir, bizim öyle "Babam ve annem Pink Floyd plağı alırken tanışmışlar abi yaaağğğğ" geyiğimiz yoktur. Annemin müzik zevki hakkında fikrim bile yok fakat babam buram buram Anadolu Rockçıydı (Anadolu rock nedir? Gerçekten var mıdır? Nasıl olunur? Bu tartışmalara girmiyorum zira bu yazıda böyle bahsedeceğim.) . Sizin "Aaaaağğğbiiiii Selda Bağcan aslında psychodelic rock yeaaaa" diye paylaştığınız şeyleri küçükken hatim ettik aslanım. Hayatımda gittiğim ilk konser de Haluk Levent'ti. Küçük olduğum için babam beni kaçak sokmuştu. Aslında arkadaşlarıyla Haluk Levent konserine giden ablamı gözlemlemeye gitmiştik. Eheheh...

  Neyse, her çocuk gibi benim ilk göz ağrım Barış Manço'ydu. Ama nasıl seviyorum yani anlatamam. 80'lerin sonu 90'ların başı çocukları gibi seviyorum. Mesela ailecek arabaya biniyoruz, illa uzun mesafeye gitmemize gerek yok, nereye gidersek gidelim babama zorla Mançoloji albümünü taktırıyorum. Deli gibi seviyorum, o albümdeki tüm best'lerini ezbere biliyorum. En büyük hayalim de bir gün İstanbul'a gitmek ve Barış Manço ile tanışmak. (Adam Olacak Çocuk'tan habersizdim fakat ben de Adam Olacak Çocuk'tum). Bakın hiç unutmam bir gün ailecek pikniğe gitmiştik. Çok rüzgar var diye arabada oturmuştuk. (Araba da Kartal'dı o zamanlar. Kartal'ın modern bir araba olduğu yıllar ama. Bagajı geniş ve simsiyah diye çok hoşuma giderdi, çünkü ben miniciktim. Arabanın üzerine pembe montum ile düşen yansımayı severdim. En büyük hayalim de o geniş bagaja oturup seyahat etmekti. Şimdi çok korkunç yani birine gidip "Beni Kartal'ın bagajına atsana" demek. Valla insanın aklına hiç hoş şeyler gelmiyor.). Üç ya da dört yaşındayım. Mançoloji takılı, Gülpembe çalıyor. "Baba" dedim, "Benim en büyük hayalim bir gün İstanbul'a gidip Barış Manço ile tanışmak.". Ve o zamanlar 13 ya da 14 yaşında olan pislik, ergen, gıcık ablam dönüyor ve bana şunu söylüyor: "Geri zekalı, Barış Manço öldü ki!"

 Abi ben duymamla beraber "BBBÖÖÖEEEEE" diye başlayan o yüksek tondan nefessiz çocuk ağlaması var ya, hah işte, ona başlıyorum. Ben ağlarken ablam gülüyor, annem de "Aferin Tuğçe yani aferin biz saklıyorduk ondan!" diyor. Bakın bu cidden yaşanmış bir anıdır.

  Hatta bu Barış Manço fanlığım öyle bir haldeydi ki, ana okulu yıl sonu gösterimizde sınıftan bir çocuk seçilip 50-100 kişinin önünde Arkadaşım Eşek'i söyleyecekti. Tabii ki ben seçildim. (Keşke o görüntüleri buraya koyabilsem, yıl 2001 ve beş yaşındaki aşırı sevimli ben kırmızı elbisemle arkada arkadaşlarımla oynarken anonsu duymuyorum ve müzik öğretmenimiz yanıma koşup beni bileğimden tuttuğu gibi boyumdan büyük mikrofonun önüne getiriyor. Tüm cool'luğum ile Arkadaşım Eşek'e sesleniyorum. Şarkı bitince bütün salonu siklemeden içeri oyun oynamaya dönüyorum. Like a Boss.)

 Yani bir gün evlenirsem ve çocuk yapacak kadar kafayı da yersem, eğer oğlum olursa adını Barış koyacağım. Andımdır. 

 Tabii Barış Manço sevince Cem Karaca ve Erkin Koray sevmek de ek paket oluyor. Erkin Koray'ı tam olarak ne zaman duydum, dinledim hatırlamıyorum. Aynı şekilde Bulutsuzluk Özlemi'ni de. Ve 3 Hür El'i de. Ama Cem Karaca'yı çok iyi hatırlıyorum.

 Annem Milaslıdır. Muğla'nın minik, şirin bir ilçesi. Artık bayram mıydı seyran mıydı hatırlamıyorum, nedense Milas'a gidiyorduk. Akşam vakti, yoldayız. Bu sefer altımızda Kartal değil dedemin Renault 12'si var. (Maddi durumumuz çöküşe giriyor, babam Kartal'ı satıyor ve dedemin arabasını kullanmaya başlıyoruz. Artık ailemiz mutsuz sona doğru ilerliyor ve babam bir canavara dönüşmeye başlıyor.) Benim elimde ise uzun saçlı Barbie bebeğim. Babam neşeyle teypten gelen şarkıya eşlik ediyor:

"Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda
Ne sen bunun farkındasın ne de polis farkında
Ne sen bunun farkındasın ne de polis farkında..."

 Melodik olarak okudunuz değil mi? Heh işte, benim de aklımda melodisi kalıyor ki ertesi gün annemin dedesinin evindeki salonda Barbie'mle oynarken bir şeyler diyorum:

"Ben bir cevizim o parkta
Polis farkında değil ne de sen..."

 Sonra bir yerlerde bir şeyin yanlış gittiğini fark ediyorum. Melodi var ama sözler yok. Babamın yanına gidiyorum. Babamın bıyıklı olduğu zamanlar.

-Baba hani dün bir şarkı dinledik ya yolda...
-Bir sürü şarkı dinledik kızım?
-Hani böyle cevizliydi falan hani...
-Evet?
-Hah işte ben onu çok sevdim.

  Babam gülüyor, beni koltuk altlarımdan tutup havaya kaldırıyor "O adamın adı Cem Karaca." diyor, gülüyor, yanağımdan öpüyor. Bıyıkları batıyor. Bana nakaratı öğretiyor ve kucağından indiriyor. 

  Cem Karaca'yı da böyle tanıyorum işte. Babam neden bu kadar sevinmişti bilmiyorum. Hani belki siyasi görüşünden falan, ya da çok sevdiği bir sanatçıyı benim de sevmemden. Belki de şirin geldi. Bilmiyorum.

  Şimdi biraz daha dinozorluk yapalım: Şu film indirmenin, CD'ye şarkı çekmenin herkes tarafından değil sadece bilgisayar ile aşırı haşir neşir insanlar tarafından yapılabildiğini sandığımız yıllara dönelim. O zamanlar kuzenim CD'ye şarkı, film falan çekiyordu. Babam da ona Kazım Koyuncu şarkıları çektirmişti. Uzun bir süre full Kazım Koyuncu dinledik. Hatta adam öldüğünde annem ve babam yas ilan etmişti. Neyse, adamın sesi melek gibi, şarkılar çok güzel... Ama arada bir şey var, anlamıyorum... Ne ki bu?

  Lazca...

  Ablama soruyorum, "Bu adam neyce şarkı söylüyor?". Abalam "Lazca." diyor. Diyorum "Lazca ne?". Boşum çünkü, ilkokul iki ya da üçüm, bir asker karısı olan İlkokul öğretmenim bize Türkiye'de sadece Türklerin yaşadığını, ülkede sadece Türkçe'nin olduğunu öğretmiş. Ciddi anlamda bilmiyorum yani diğer etnik kökenleri. Amacım öğretmenimi yermek değil, harika bir kadındır ve hala konuşuruz. Sorun hocada değil, sorun hocanın asker karısı olması da değil. Sorun bunu bu şekilde öğreten Hayat Bilgisi kitaplarımızda. Ablam anlatıyor bana Pontus Rumlarını, Lazcayı falan. Tabii okulda gördüğüm sistem, bana garip geliyor. "Ne gerek var ya ne mutlu Türk'üm diyene" tarzı bir şeyler söylüyorum. 

  Siyasi bir şeye girmeyeceğim, sadece söylemek istediğim şey şu: Gerçekten güzel bir şarkıyı anlamasan da seviyorsun. Gönlüne dokunuyor çünkü. Edith Piaf'ın şarkıları Fransızca bilmeden nasıl yüreğine dokunabiliyorsa bu neden Lazca, Ermenice ya da Kürtçe olmasın? Sonuçta bütün insanlar aynı ağlıyor, aynı seviyor be. 

  Şimdi biliyorum ki bu yazıyı okuyan insanlar bu şarkıları dinleyen, bilen insanlar. Ama şeye çok şaşırıyorum, hani dün gece beşten beri durmadan bu şarkıları dinliyorum dedim ya youtube'da. Videoların altına yazmışlar "Karasevda dizisinden gelenler :)" ya da "Wattpad bilmem ne hikayesinden gelenler :D"

 Ya ben 96'lıyım. 15-16 yaşındaki bir insandan yıl bakımından farkım yok pek. Abi en yenisi 20 senelik şarkı, en eskisi 30-40. Ama hani efsane olmuş artık. Nasıl olur da hayatınızda ilk defa bir diziden duyabilirsiniz? Yani "Sevmek İsterdim" nasıl ilk defa duyulabilir? Babanız, ananız, amcanız, dayınız, teyzeniz, halanız size hiç mi dinletmedi ya? (Burada bilenlere değil, bilmeyenlere atarım. Bilenler kendilerini zaten kral falan ilan etsinler.)

  Şimdi şuraya hoşuma giden sözleri ile kendimce şarkılardan bir playlist yapacağım. Ne olur dinleyin ya, zaten best of gibi olacak, arada yeni şeyler de olacak. Bildiğiniz şarkılar hep. Maksat gecemiz güzelleşsin. Yalnız ben biraz slow severim. İçiniz kıyılabilir. Hatta çoğu slow şarkı aşk şarkısı olduğu için, eğer aşk acısı çekiyorsanız sizde jilet yutma isteği uyandırabilir. Bira, rakı, hiç olmadı bir kahve ya da maden suyu için lan bari dinlerken. Yüzünüz gülsün arkadaşlar, kalbiniz gibi güzel gülsün yüzünüz. Çünkü bazı şarkılar çok güzel.

   Başlıyorum:

1) Cem Karaca - Islak Islak : https://www.youtube.com/watch?v=sVhsRROtqRU

"Güneşte demlerim senin çayını, 
Yüreğimden süzer, öyle veririm."

  Abi nasıl samimi, nasıl güzel bir söz ya. Yani hani bunun şarkı sözü olmadığını düşün, biri geliyor ve sana bunu söylüyor. Ne bileyim, ben o samimiyetin, o aşkın gerçekliğine inanırdım. Hani şu "Anadolu insanının büyük aşkı" harbiden var. Hissediyorsun. Demlenmiş çayın kokusunu bile alıyorsun. Fincanın sıcaklığını, sevdiğinin göğüsüne başını dayayıp kalp atışını duyuşunu hissediyorsun. 

  Zaten bu dönemlerdeki bütün iyi müzisyenler şahane bir müzikal geçmişten gelip, hatta aileden zengin olup, nasılsa halkı halktan daha iyi anlayan insanlar. Gariptir.

2) Barış Manço ve Cem Karaca'dan Aşık Veysel'in Uzun İnce Bir Yoldayım'ı https://www.youtube.com/watch?v=SVvFJilvjas

  Aşık Veysel'in ne kadar önemli biri olduğunu benim gibi sıradan, basit birinin anlatmasına gerek bile yok. Ama Cem Baba ve Barış Baba gibi iki devin böyle bir başka devin şarkılarını seslendirmesi... Adamlar sadece söylemiyor yani, yaşıyor. Hareketleri, sesleri, birbirlerine kardeş kardeş sarılmaları... Abi ne bileyim ya kelimelerle anlatılamayacak kadar güzel değil mi? 

3) Elin ateistini bile ALLAAH BEEE diye inleten acıda bir Barış Manço şarkısı daha olarak - Benden Öte Benden Ziyade https://www.youtube.com/watch?v=KHbAZ94kP-o

Bütün sözlerini yazacağım, aşırı güzel:

Bu akşam yine garip bir hüzün düştü üstüme
Hücrem soğuk, bir tek sen varsın düşlerimde
Demir kapı yine kapandı ağır ağır üzerime
Kelepçeler yine vuruldu kilit kilit yüreğime

Derin derin soluyorum seni gecelerce 
Duvarlara kazıdım ismini gecelerce 
Dudakların şeker gibiydi, baldan öte, baldan ziyade 
Pembe pembe yanakların, gülden öte, gülden ziyade

Sabret gönül sabret, sakın isyan etme!
Bir gün elbet bitecek bu çile, sakın isyan etme.
Dört kitaptan başlayalım, istersen gel söze
Orda öyle bir isim var ki kuldan öte, kuldan ziyade
O'nu düşün, O'na sığın, O senden öte, benden ziyade

Bir sabah elbet güneş doğacak penceremde
Ama bil ki ateşin hâlâ yanacak yüreğimde
Göz yaşlarım akıp gidecek, selden öte selden ziyade
Bir canım var vereceğim, maldan öte, maldan ziyade.

Sabret gönül sabret, sakın isyan etme!
Bir gün elbet bitecek bu çile, sakın isyan etme.
Dört kitaptan başlayalım, istersen gel söze
Orda öyle bir isim var ki kuldan öte, kuldan ziyade
O'nu düşün, O'na sığın, O senden öte, benden ziyade

Bir ben var ki benim içimde benden öte, benden ziyade
Bir sen var ki senin içinde, senden öte senden ziyade 
Bir ben var ki benim içimde benden öte, benden ziyade
Bir sen var ki senin içinde, senden öte senden ziyade

4) Kazım Koyuncu - Didou https://www.youtube.com/watch?v=96i7ACeHRiI

  Melodisi yetmezmiş gibi bir de çevirisini yazacağım buraya. Yüreğiniz ikiye bölünüp ciğerleriniz parçalanacak. Kalbinizi ekmek arası yapıp yemek isteyeceksiniz.

Her sevgili bir değil
Benim kaderimi başkasına yazdım
Ben, sevdiğini biliyordum ama
Sen, beni başkasıyla değiştin

Titreyerek sabah günü
Senin çiftliğinde dolanıyorum
Başıboş, şuursuzca...
Bu yaptığın mümkün değil
Sensiz ben ne yaparım?

Gecem gündüzüm bir oldu
Yolunu gözler oldum
Sen benim için öldün
Başkalarının sevdiği geldi

Ah sevgili sen iyi günlerimde
Yüreğimi nasıl dağıttın
Gece herkese gece de

Ben günlerdir uykusuzum

5) Hadi yine senden olsun Kazım, - İşte Gidiyorum https://www.youtube.com/watch?v=hluVrTixQwI

"Gerdiğin tel kalbimde kırılmadı 
Gönülkuşu şarkıdan yorulmadı 
Bana kimse sen gibi sarılmadı 

Işığımız sönmeden gidiyorum"

6) 3 Hür El - Sevenler Ağlarmış https://www.youtube.com/watch?v=BNA-4Ns3yE8

Günümüz Kadıköy Indie Rock gruplarının atası...

7) Bir farklılık olsun : Grup eski, şarkı yeni sayılır . Moğollar - Umut Yolunu Bulur https://www.youtube.com/watch?v=RNrrCAoRtgM

"Yürüdükçe yalnızlaşıp döndüm varlığıma
Gördüm kendimi kirli aynada
Çizdim yeniden boş bir sayfada..."

8) Erkin Koray - Aşkımı Süpürmüşler https://www.youtube.com/watch?v=ezHe3Ac7C20

Derler ki Erkin Baba bir gün İzmir Kırbrıs Şehitleri'nda "dolu" cigarasını sarıyormuş. Bu sırada polis mi bekçi mi ne görmüş sanırım. Elindeki cigarayı yere atıp ara sokaklara kaçmış. O saatte temizlikçi abiler sokağı temizliyorlarmış. Baba gelip bakmış, aşkı yok :( 

"Dün gece çok aradım, aradım bulamadım
Kör olası çöpçüler, aşkımı süpürmüşler..."

Eğer olay gerçekten böyleyse size bir anımı anlatmak isterim, içinde ot kök yok yalnız, çünkü ben hayatımda hiç kullanmadım öyle bir şey. Lise yılları, canım arkadaşım Işıl bir çocuktan hoşlanıyor ama nedense kabul etmiyor. İkimiz gidiyoruz Alsancak'a. Kıbrıs Şehitleri, Kervan'ın bir 10 m ilerisinde saatçi bir amca. Tezgahta saat, radyo vs. satıyor. Radyoda Erkin Koray - Sevince çalıyor. Bendeki de piçlik, tutuyorum bunu saatçi amcanın yanına çekiyorum. Bağıra bağıra söylüyorum bu da "Kızım rezil oluyoruz napıyorsun lan" falan diyor. Şarkı bitiyor, canım kardeşim "Tamam len tamam, seviyorum." diyor. Kazandığım zafer ile yolumuza devam ediyoruz.

9) Bize her sevdadan geriye kalan Erkin Koray - Anma Arkadaş https://www.youtube.com/watch?v=pQ1EYHkGtwU

10) Fikret Kızılok - Bu Kalp Seni Unutur Mu https://www.youtube.com/watch?v=jK4ijKYBo10

"Yaşanacak çok şey vardı..."

11) Haluk Levent - Anlasana https://www.youtube.com/watch?v=PNZATLq1pHg

Kendimi esir aldım
Çalmadı yine telefonlar
Alışırım sanmıştım
Yüreğimde sancım var
Gel etme nazlı güneş 
Sensin gönlüme eş
Beni biraz anlasana
Ölürüm aşkına yar
Ölürüm diyar diyar
Beni biraz anlasana
*Oooof* Sarıl bana
Beni biraz anlasana

12) Ersen ve Dadaşlar - Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm https://www.youtube.com/watch?v=dqcrZ_B1h2I 

Karacaoğlan'a aşık olduğumu hesaba katarsak...

"Karacoğlan der kondum göçülmez 
Acıdır ecel şerbeti içilmez 
Üç derdim var birbirinden seçilmez 
Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm"

13) CHP mitingleri harici ve twitterda saçmalama yapmazken görmek isterdik ama zor gibi. Yine de adamın sesi güzel ve başarılı bir müzisyen. Bunu değiştiremezsiniz.  Edip Akbayram - Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz https://www.youtube.com/watch?v=2QtJfYSOz2U

14) Haramiler - Yeşil Gözlerinden https://www.youtube.com/watch?v=mYw7OT9AjdA

"Oysa sen şimdi
Diyorsun affet
Güzelliğin örtmez ki günahlarını

Yeşil gözlerinden sevda süzsem ne çare
Yağmur olup yüreğine düşsem ne çare
İhaneti gözlerinden silseydim keşke

Dokunduğum mavileri çaldın ne çare
Yeşil gözlerinden sevda süzsem ne çare
Yağmur olup yüreğine düşsem ne çare"

15) Poplu Anadolulu falan. M.F.Ö -  Benim hala umudum var https://www.youtube.com/watch?v=ROtKJurTdbI 

Benim hala umudum var 
İsyan etsem de istediğim kadar 
İnat etsem bile bırakmazlar, sahibim var 
Benim hala umudum var 
Seviyorlar, bazen soruyorlar 
Hayran hayran seyret ister katıl ister vazgeç 
Güzel günler bizi bekler 
Eyvallah dersin olur biter 
Boyun bükük önünde, ağlasam sessizce 
Şu garip gönlüm affolur mu?
Bu fırtına durulur mu? Benden adam olur mu ?
Korkarım, aşka zararım dokunur mu? 
Elvada sana, yeter tamam 
Bitsin artık bu dram 
Bu fotoroman 
Ham meyvayız hala koparmışlar dalımızdan 
Güzel günler bizi bekler, eyvallah dersin olur biter 
Güzel günler bizi bekler, eyvallah dersin geçer gider 
Bıraksan kendime 
Şöyle oh ne rahat 
Bu da geçer gülüm yaşamana bak 
Alınacak dersler var, sorulacak sorular 
Bu da geçer gülüm bizden bu kadar 
Benim hala umudum var 
İsyan etsem de istediğim kadar 
İnat etsem bile bırakmazlar sahibim var

16) Kurtalan Ekspres efsanesi ile, şimdiden efsaneleşmiş ve ileride de efsane olarak anılmaya devam edecek Hayko'm ile Yeni Bir Gün  https://www.youtube.com/watch?v=P9JkxGfd81Y

17) Kurtalan Ekspres vokali, daha günümüzden, Bertuğ Cemil - Yağmur https://www.youtube.com/watch?v=B1s53-hEfpU 

Küçük hesaplarla geçiyor yaşam 
Büyük kavgalar küçük şeyler için 
Arsız ayaklar altında alın teri 
Kırılgan naif elleri 
Yalanlar yalanlar yalanlar 
Umutların ardındaki güneş gibi gerçek 
Sevilmeye muhtaçken kimileri 
Kirli avuçlara düşüverecek 
Yağmur, yağmur, yağmur, yağmur 
Geri verecek buharlaşan sevgimizi 
Yağmur, yağmur, yağmur, yağmur  
Sessizce silecek kibirimizi 
Vadide akmayı öğrendi nehrimiz 
Kas katı insanların arasında 
Sevincin resmi olacak doğa bir gün 
Biz genişleyip denize varınca 
Yağmur, yağmur, yağmur, yağmur 
Geri verecek buharlaşan sevgimizi 
Yağmur, yağmur, yağmur, yağmur  
Sessizce silecek kibirimizi 
Bazen tutkudan delirince 
Kapanmalı kendine 
Yağmurun kucağında 
Doymalı sessizliğe 
Yağmur, yağmur, yağmur, yağmur 
Geri verecek buharlaşan sevgimizi 
Yağmur, yağmur, yağmur, yağmur  
Sessizce silecek kibirimizi 

18) Gene Cem Karaca fakat Edirdahan ile. - Safinaz https://www.youtube.com/watch?v=31srdL6dp1Y

Ben bu şarkıyı lisede duydum. Lise birde edebiyat öğretmenimiz dinletti ve bunu hikayeye dökmemizi ve sonunu getirmemizi istedi. Yazdım, çok da beğenmişti. 

Güzel öğretmenler, size çok basit ödevlerle çok şey katabilirler. Sadece bir şarkı, bir not değil.

"Safinaz'ın okuduğu kitapta yazıyordu, bir doktorun bir işçiden şerefli olduğu..."

19) Bulutsuzluk Özlemi - Dalgakıran https://www.youtube.com/watch?v=0a4Ehtfitzg

20) Veeee tabi ki "Anadolu metal" :D Pentagram - Sonsuz https://www.youtube.com/watch?v=SzseTe-VRCg 

Sanırsın,dağlarda yol olmaz
Usanırsın,kalbinde güç kalmaz
Uzanırsın,oooof yarın olmaz
Zor günlerin,ardında huzur olmaz ki
Her zaman,umutlar yön bulmaz
Yarın olsa da,beklenen gün olmaz
Sözlerim gerçektir
Yüreğim kardeştir,her zaman
Umudum sonsuzdur
Uğraşım bitmez hiçbir zaman
Geliyor geçiyor hayat
Dönüyor durmuyor dünya
Geliyor geçiyor zaman
Dönüyor durmuyor dünya
Sanırsın,yalnızlık tek dostun
Aldanırsın kaçmakla bitmiyor
Hiçbir zaman,oooof yalnızlığın
Sözlerim gerçektir
Yüreğim kardeştir,her zaman
Umudum sonsuzdur
Uğraşım bitmez hiçbir zaman
Geliyor geçiyor hayat
Dönüyor durmuyor dünya
Geliyor geçiyor zaman
Dönüyor durmuyor dünya



***********



Efendim bu yazılık benden bu kadar, sürçülisan ettiysek affola!