27 Aralık 2015 Pazar

SENDROMUN BATSIN NIGHTINGALE !

Merhabalar!

  Uzun bir aradan sonra yine sizlerle birlikteyiz. Öncelikle yazılarımı okuduğunuz, hatta komik anılarımın yanında olduğunuz kadar acılarımın da yanında olduğunuz için teşekkür ederim. :)

   Hem hayatımızın içinden olsun hem de enteresan bir şey olsun istedim bugünkü yazım. Bu yüzden karşınıza Florence Nightingale Sendromu ile çıktım. Minik bir uyarı, bu yazı kadın psikolojisi ile ilgili olduğu için sadece kadınlar için yazılmış gibi görünebilir fakat erkekleri de bir o kadar ilgilendirmektedir. Yalnız rica ederim beyler, bu yazıyı okuduktan sonra piç olmayın. Zaten etraf şerefsiz gavat kaynıyor. Hah, şimdi "durup dururken neden biz piç oluyoruz lan?" diyebilirsiniz. Haklısınız efendim, ama bunun nedenini yazıyı okudukça anlayacaksınız. Zaten ben durup dururken birine sövmem, beni tanıyorsunuz artık. Neyse. Hazırsanız yazımıza başlayalım.

Bunlar da arka fon olsun:
1) https://www.youtube.com/watch?v=qHJdklukGRA
2) https://www.youtube.com/watch?v=JzZ-Mgi1My4
3) https://www.youtube.com/watch?v=GSrvzb0oDXQ
4) https://www.youtube.com/watch?v=bx1Bh8ZvH84

   Aranızda büyük bir çoğunluğun Florence Nightingale'i tanıdığını düşünüyorum. Ama olsun, tanımayan olabilir. Onlar da rica ederim ki üzülmesin, ben onlar için kendisini tanıtacağım zaten. 

   Florence Nightingale modern hemşireliğin kurucusudur. Ayrıca dünyanın ilk modern hemşirelik okulunu kurmuştur. Doğum günü her yıl Hemşireler Günü olarak kutlanmaktadır. Hatta hani doktorların Hipokrat yemini var ya, hemşirelerin de Nightingale yemini vardır. Ki olması da gerekiyor, çünkü hemşirelik bence en az doktorluk kadar kutsal ve önemli bir meslektir.

  Florence ablamız savaşlarda pek çok yaralı askere yardım etmiş, bakmış ve iyileştirmiştir. İşte olay burada patlak veriyor. Savaş = asker = erkek.


   Efendim şimdi gelelim Nightingale sendromuna. Olayın sorumlusu tamamiyle annelik duygusunu oluşturan hormonlar (başlıca östrojen işte). Kısacası biz kadınlardaki "Piç erkek tutkusu" aslında bir sendrommuş! Nasıl mı?


  Piç erkek kızın hayatına "Kızım ben seni üzerim, ama bağlanamam, napiyiiiiim tabiatım böyle" diye dalar. Kendini sevdirir, bağlar, mesafesini korur. Bir Issız Adam'lık, yok efendime söyliyeyim Kaybedenler Kulübü'lük, severim ama bağlanmazlık, şu bar tuvaletleri az mı seksimi gördü be hey yavrum hey ama ben yanında çıplak yatıp sadece uyuyabileceğim kadar saf aşk arıyorum'luk, sesinle uyumak istiyorum ama sadece arkadaş olalım çünkü üzerim ben seni'lik, kız arkadaşım varken seninle konuşuyorum çünkü anlıyorsun sen beni'lik, dünya yıkılsa canını acıtmam ama aldatırım ve hayatını sikerim'lik, gece yarısı sarhoş olup aramacılık falan... Bir Teoman, bir Kaan Tangöze, bir Steven Tyler, bir Frank Sinatra, bir Johnny Depp... Benim kolumu kessen alkol akar falan filan. İşte bu tür piç erkekler... Neyse, sonuçta biz kızlar ne kadar kendi aramızda bu çocuklarla dalga geçsek de nedense bunlara her seferinde aşık oluyoruz, bir şekilde bağlanıyoruz. Ay bile bilmem kaç yıl sonra dünyanın uydusu olmaktan çıkacakken bizler içimiz parçalana parçalana bunlara sarmaya devam ediyoruz. YAHU KIZLAR HAKSIZ MIYIM?

   İşte bunun nedeni nedir diye sorsalar pek çok erkek "Bu kadar özgür ruhlu ve bağlanmaz bir adam bir kızı seçiyor, kız da kendini önemli sanıyor, o yüzden" der. Fakat biz kızlar bu ilişkinin aslında ilişki olmadığını, üzüleceğimizi ya da özel olmadığımızı biliyoruz. Bizim böyle bir çekime karşı koyamamızın nedeni annelik hormonu.

  Ne yaparsa yapsın annelik hormonuna söz geçiremeyen kız "Ben bu herifi adam ederim, hayatını toparlarım hatta kıçını bile toparlarım. Okulu mu uzatmış? Kısa sürede bitirtirim ben ona. Alkolü falan da azaltırım. Mis gibi yaparım bu çocuğu. Bunun için kendimi de paralarım. Eh, değer çünkü bu değişime." der. Şimdi daha önce işe yaramadıysa bunda da işe yarayacak zannetmek başlı başına mallık lakin napalım biz kızların da tabiatı böyle (!). Östrojen anam, tehlikeli hormon. 

  Hatta bunun bir kaç tik yukarısı da var: Hasta ya da ölüm döşeğindeki erkeklere ilgi duymak! Cidden!

   Özetle : Düşmüş erkek görünce elinden geleni yapıp tüm benliğini ona dayıp kendini azize gibi gösterme isteğine bağlı psikolojik sendrom.


Bu özgür ruh bunca kız varken beni seçti = Demek ki azizeyim. İyi bir kalbim var.
Ölüm döşeğinde, beni seviyordu, sevdim. = Demek ki azizeyim. İyi bir kalbim var.

  Fakat bu bilinçaltı kısmı. Gerçekte şöyle sanıyoruz:

Bu özgür ruh bunca kız varken beni seçti = İyi bir kalbim var ve ona deli gibi aşığım. Böbreğimi istese dalağımla beraber veririm.
Ölüm döşeğinde, beni seviyordu, sevdim. = İyi bir kalbim var ve ona deli gibi aşığım. Böbreğimi istese dalağımla beraber veririm.


  Bir benzeri de romantik komedi filmlerinde gördüğümüz şu sahnedir:
Biri piç biri beyefendi iki erkek kız için kavga ederler. Piç erkek kızın kalbini kırmış, beyefendi erkekse kızın kırık kalbini onarıp 36 ay taksitle salon takımına girmiş olsun. Beyefendi erkek enteresan bir ilahi güçle piç erkeğin ağzını burnunu kırıp iki seksen yerde amele sümüğü gibi bıraksın. Kız arkada "Yapmayınnnn nolurrrrrr!" diye bağırsın. O piç erkek yere düşünce kız birden beyefendi erkeğe sarılıp üstüne piç erkeğin üzerine tükürmesi gerekirken, koşup yerde yatan piç erkeğe sarılıp beyefendi çocuğa 10 sn kadar kızgın kızgın baktıktan sonra kafasını piç erkeğe çevirip "Yaaa Canberkincan, iyi misin? Tamam geçti!" desin anaç bir sesle. 

   Bu olur anam, bu olur.


   Neden olur? Nightingale sendromu yüzünden olur.


   Buraya kadar olayın bilimsel yönünü mizah ile açıkladım. Buraya kadar yazdıklarım gerçekti. Şimdi bundan sonrası tamamen bilimsel gerçeklere dayanmayan benim teorim.

   Benim teorim şu: Acı çekmenin aşk olarak empoze edilmesi.

   Aklınıza gelen bütün aşk hikayelerini düşünün: Leyla ve Mecnun, Romeo ve Juliet, Selvi Boylum Al Yazmalım, Kürk Mantolu Madonna, hatta canlı bir örnek olması gerekirse Kafka ve Milana, Nazım ile Vera/Piraye (a.k.a. Nazım'ın Kadınları diyelim geçelim), Napolyon ve Josephine, Tahir ile Zühre, Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin, Yusuf ile Züleyha, Frida ve Diego, Mark Antony ve Kleoptra, Voltaire ve Emillie du Chatelet... Bu liste daha uzar.

   Hepsinin olayı ne? Kavuşamama! "Kavuşursan meşk olur, kavuşamazsan aşk olur."

   Acı çekmenin, birini sevdiğimiz için üzülmenin aşk olduğuna inandırılmışız. Mutlu, sorunsuz, kavgasız ilişkiler hep biter, eşe dosta karşı bahanesi de "Kanka aşk bitti ya onunla aramızda..."

   Acı çekilmeye, ağzımıza sıçılmasına alışmışız. İşte bu yüzden bence. Neyse, ne demiş Mecnun, Leyla'ya kavuşunca:

-Sen Leyla değilsin, Leyla benim içimde.





16 Aralık 2015 Çarşamba

DEDEME ÖMÜR BİÇİLMESİN

Merhaba,

   Normalde buraya sizi güldürecek, en azından tebessüm ettirecek yazılar yazarım. Fakat yüzümüz gülse de içimiz hep buruk olabiliyor, acı denen bir şey var sonuçta; ne kadar görmek istemesek de yüzümüze çarpıyor.

  Sizlere basit, aptal, ergenik bunalımlarımdan bahsetmeyeceğim, öyle bir durumda değilim zaten. Bendeki daha çok mutlak korku. Ölümle burun buruna gelmenin korkusu. 

  Üstelik, görünen o ki, ölüme bu kadar yakın olan kişi ben değilim bile. Ama öyle bir şey ki ölüm, giderken sadece sevdiklerimizi değil bir parçanızı da götürüyor yanında.

  Açıkçası şu yaşıma kadar ölümü hiç yakından tatmamıştım. Sevdiğim ve ölen akrabalarım ya ben çok küçükken öldüler, ya da pek fazla anımın bulunmadığı kimselerdi. Gerçekten ölüm denen şeyin ne derece ansızın geldiğini bu yaz fark ettim. Bunu şimdiye kadar iki olayda yaşadım. 

  İlki bir akrabamız olan Gülenay Teyze'ydi. Onu çok geç tanıdım, İsveç'te yaşıyordu. Ama harika bir kadındı. Çok zarif, çok kibar ve çok güçlüydü. O gerçekten şahane bir kadındı. Onun gücüne ve yaşadıklarına karşı yılmamasına hayrandım. Hâlâ da hayranım. 

  Tabii kendisi bizden çok uzakta olduğu için twitter'dan falan iletişim kuruyorduk. Ne zaman online olsa tweet'lerimi fav'lardı. Normalda hani kızarsınız ya akrabaların böyle şeyler yapmasına, ben hiç kızmazdım. Çünkü söylediğim bir şeyin onun komiğine gitmesi hoşuma gidiyordu. Bir gün çok uzun süre ondan hiç etkileşim almadım. Sonra bir gün yine arka arkaya bir etkileşim patlaması yaşadık. 

"Gülenay Teyze, hoş geldin seni çok özlemişim! Seni çok seviyorum!" dedim ona.
"Ben de seni çook seviyorum canım." dedi.

  Gülenay teyzem 3-4 hafta sonra, hiçbir uçağın beni onun yanına götüremeyeceği bir uzağa gitti... Asla ama asla sevdiğiniz insanlara onları sevdiğinizi söylemek için beklemeyin. Birisine onu sevdiğinizi söylemek için en uygun zaman, her zamandır.

   İkincisi...Dershanede çok sevdiğim bir hocam vardı, Gökhan Hoca'm. Kendisini on birinci sınıfta tanımıştım. Bana sıfırdan geometri kurmakla kalmadı, bir abi gibi, hatta bir baba gibi davrandı. Özellikle on ikinci sınıftayken daha da yakından tanıdım onu. Daha doğrusu yakından tanıdık, ben ve arkadaşlarım. Kendisi harika bir adamdı, gönül işlerinden yemeklere, hayvanlara, her şeye kadar konuştuğumuz, iri mavi gözlerini konuşurken koca koca açan, gülerken ise kısan şahane biriydi. 

  Geçen kış İstanbul'daki babası kalp krizi geçirmişti. Artık ailesinin yanına dönmek istiyordu. Yazın son dersimizde "Ben artık gidiyorum gençler" dedi. "Babamın ne kadar vakti var bilinmez.". Kendisiyle aramızda özel bir bağ olduğunu söylemiştim. "Üvey baban nasıl seviyor musun onu?" diye sordu aynı gün. "Gökhan Amca mı? O harika bir adamdır, onu çok seviyorum." dedim. "Aaa onunda mı adı Gökhan, iyi bak bir Gökhan gidiyor bir Gökhan geliyor seni korumaya..." dedi. Güldü.

  Hocam gitti. Ama ne yazık ki İstanbul'a değil. Uzağa. O günden beri size yemin ederim ki her gün hocamı düşünüyorum. İstisnasız her gün. Bazen telefonuma bakıp numarasına bakıyorum. Öyle boş boş telefon ekranındaki numara bakıyorum, fakat kafamda hep "Şimdi arasam ve her şeyin kötü bir şaka olduğunu söylese" diyorum. Hocamı çok özlüyorum.

  Ne yalan söyleyebilirim, sevdiğimiz insanların ölmesini kabul edemiyoruz. Onları tamamen kaybetmek istemiyoruz, bu tür zamanlarda cennet fikri oldukça cazip geliyor. Hocam yukarıda ve yine bütün öğrencilerinin arkasını kollamaya devam ediyor. Gülenay Teyzem tüm gücü ve asaletiyle hâlâ kızlarını korumaya devam ediyor. Belki de arada bana da bakıyordur?

   Beni bilen bilir. Hayatta beni deli sarsacak ölümler listemde ilk ikiyi kedime ve dedeme vermiştim. Dedeme ömür biçilmesin.

  Dedem... İmzasını bileğime döğdürdüğüm adam. Bu dövmeyi yaptırdım çünkü dedem hep yanımda kalsın istiyorum. Asla ama asla gitmesin. Ben mezun olurken, ilk cübbemi giyerken, ilk davama çıkarken, eğer bir gün evlenirsem o zaman da yanımda olsun istiyorum. Hayatımın her anında, her dönüm noktasında yanımda olsun. 

  Peki neden imza? Neden bilek? 

  Küçükken anneannem kanserdi. Benim altı yaşıma kadar çoğu günüm anneannemlerde geçti. Çocuktum ve haliyle çok sıkılıyordum. Dedemle gezerdik, pazara giderdik. Bana oyuncaklar alırdı. İlk topuklu ayakkabımı (oyuncak, plastik topuklu terliklerdi.) dedem almıştı. İlk ve tek Spiderman oyuncağımı da dedem almıştı. Aslında baya kalitesiz bir oyuncaktı, pazardan almıştık. Spiderman hayvan gibi bir kas yumağıydı ve maskesinin yüz kısmı açıktı. Üstelik yüzü hiçbir şekilde Peter Parker'a benzemiyordu. Hiçbir evrende, hiçbir versiyonuna. Neyse, dandik Spiderman'imin kolu bir süre sonra bozuldu. Kötürüm Spiderman'imi tamir etmek isteyen babam onu öldürdü. Zaten hep böyle olmuştur. Babam her şeyi daha beter hale getirir.

  Dedemle resim çizmek, zaman geçirmek, mitoloji ansiklopedisi okumak falan derken zaman geçti. Dedemin elinde büyüdüm. Kağıt hamurundan heykel hayvanların, kitapların ve sonsuz sevginin içinde. 

 Annemle babam ayrıldıktan sonra da maddi desteğini üzerimden çekmedi. Hatta ablam duyunca kızacak belki ama (Çünkü o ilk torun...) benim için "Torunlarımın en akıllısı" tabirini kullandı. Başka herkes beni işe yaramaz bir salak gibi görebilir, çünkü ben hayatımın adamı dediğim böyle muhteşem bir insan tarafından övüldüm. 

  Ellerim dedeme benzer. Resim öğretmeni dedemden de bir miktar yetenek almışım. Şans. Bir keresinde ellerimi tutup "Bu eller, bir sanatçı elleri. İnce uzun parmaklar, orta parmaktaki minik bombe. Böyle eller değiştirmiştir dünyayı..." demişti.

  Benim ellerim değiştirir mi dünyayı? Sanmam. Ama dedemin ellerindeki şevkat bir koca ailenin hayatını değiştirdi. 

  İşte dedemin eseri olduğum için, bir tablonun alt köşesine imza atar ya ressamlar, ben de kendi alt köşeme bir imza attırdım. Asla pişman olmayacağım, her zaman onurla taşıyacağım bir imzaydı. Dövmeyi gösterdiğim gün dedemin gözünde mutluluk ve gurur vardı. Zaten biz torunları iyi de yapsak kötü de, dedem hep bizimle gurur duyar.

 Dedemde birkaç kere kanser çıkmıştı. Bağırsağından iki kere ameliyat olarak tümörleri aldırmıştı. Fakat bir ay önce aldığım bir haberle dünyam yıkıldı. Dedemin iki akciğeri, karaciğeri, midesi ve bağırsağında tümörler vardı. Mide, karaciğer ve akciğerdekiler ise kötü durumda... Doktorlar dedemin son bir yılı olduğunu söylediler bize.

  Dedem hastalık hastasıdır, durumun ciddiyetini tam açıklamadık. Yakında kemoterapiye başlayacak. Kemoterapi sonucu iyileşme ihtimalinin çok yüksek olduğunu söyledik. Seksen beş yaşındaki dedem bunu bilmiyor. Ama koca çınarım elbette bazı şeyleri anlıyor. Yüzüne karşı gülüp evin arka odalarında ağlasam da ona bir şey çaktırmıyorum. Sessiz sessiz ağlamayı çok önceden daha beter deneyimlerle anlamış biriyim - Ve sizi temin ederim ki bu deneyimler aptal aşk acısı falan değildi. - 

  Kendimi hep bir gün dedemin başına bir şey gelmesine alıştırdığımı sanardım ama insan böyle bir şeye alışamazmış. Hazırlayamazmış kendini.

 Dedemi çok seviyorum ve şimdi her anımı onunla geçirmeye çalışıyorum. Okulu, arkadaşlarımı anlatıyor, onunla fotoğraflar çekiliyorum. Onu kadar çok sevdiğimi söylüyorum. Kitaplığından kitap aşırıyorum. (Kuran'ın yanında Stephan Hawking kitapları olan, Dan Brown fanı, kitaplığında Mario Puzo'nun Baba'sını bile bulabileceğiniz biridir.) Bunlar hep yaptığım şeyler zaten, göze batmıyor.

  Dedeme ömür biçilmesin...
 Dedeme ömür biçilmesin...
 Dedeme ömür biçilmesin...
 Dedeme ömür biçilmesin...

 En büyük korkularımdan biri de dedemi kaybettiğim gün, benim için böyle korkunç bir günde yanımda olacağını söyleyen hiçbir arkadaşımın yanımda olmaması olur. Çıldırıyorken, içim parçalanırken, nefes alamazken yanımda hiçbir dostum olmazsa, sanırım bir daha yanımda görmek de istemem.

  Son olarak, buraya bu yazımın özü olan bir şarkı sözünü paylaşmak istiyorum efendim, yoksa toparlayamayacağım. 

"Durup düşünmeye zamanın olur mu ?  Yitirmeden anlamaz insan  Sevdiklerin yolun sonunda  Sarıl her fırsatında o insana  Arkasından ağlayan olma  Geri getirmez çok ağlasan da ..."

Bu da link: https://www.youtube.com/watch?v=aObdAXq1ZIo

  

  

11 Aralık 2015 Cuma

STAR WARS'TAN NASIL NEFRET ETTİM

    Biliyorsunuz ki Star Wars'ın yeni filmi geliyor. Eh kendisi artık eskisiyle yenisiyle kült ötesi kült bir film olduğu için insanların bu derece heyecanlı olmasını da normal karşılıyorum. Önemli bir seri, buna laf edemem. Ya da filmlere veya konuya gömemem.Sümme hâşa!

    Neyse durum böyle olunca bütün arkadaşlarım bir anda bana "Kanka Star Wars geliyor kankaaa! Beraber gidelim!" diye mesaj atmaya başladı. "Canım ben izlemedim ya onu :)" dediğim zaman da aldığım tek bir klasik cevap gördüm:

"Kanka oysa ben sen izlemişsin sanıyordum :DD"

     Neden? Çünkü dünya üzerinde geek ya da az biraz geek insanların %95'i ya Star Wars ya da Star Trek fanıdır. Hatta combo yapıp ikisi birden olan da mevcuttur. Bu sefer şu başlıyor, "Kanka bir haftada bütün filmleri izleyebilir misin :D" 

-Canım ya ben sevmiyorum öyle uzaylı muzaylı şeyler...
-Ya kanka Star Wars sevilmez mi?
...

    Arkadaşlar öncelikle şunu belirtmek isterim ki, ben eskiden böyle biri değildim. Hatta bakın TRT bir kere şu klasik eski seriyi televizyonda yayınlıyordu. Oturup izlerken annem geldi ve onuncu dakikada "Bu ne ya salak salak şeyler niye böyle şeyler izliyorsun sen?" deyip kanalı değiştirdi. (Yaş 14 benim o zaman. ) Peki neden, nasıl böyle oldum?

     Şimdi efendim, burayı Pucca misali eski sevgili gömme mekanına döndürmeyeceğimi sanırım en az üç milyon kez söylemişimdir. Zaten burası benim rahatla yerim, bir çeşit serseri serbest stil. Lakin bu hikaye için mecburum, affedin.

   Efendim, ben sevgili edinme işlerine lisede başladım. Çünkü öncesinde amansız bir hırboydum, emoydum, 90'ların sonundaki Nu Metal kliplerinde sınıfın bir köşesine çekilip resim çizen sorunlu ergendim. Üstüne üstlük şu anki halimdan bir elli kat daha çirkindim. Valla bilen bilir, bilmeyene de itiraf ediyorum şu maNga grubunun emo elektro gitaristine de feci derecede vurgundum. Herifin telefonumda 2 bine yakın fotoğrafı vardı, klasörün adı da "Askım <3"dı yani... Hatta bir gün arkadaşımın yanında galeride dolaşıyorum, kankim bu galeriyi gördü "Oooo kanka aşkın kim?" dedi. Ben de tabii ki "Kanka yok yeaaa Yamyam oo... (Adamın takma adı Yamyam'dı. Hani 30 yaşında ama o da ergen. O yüzden birbirimize kesinlikle çok uyuyorduk ehueheuehe).

   Ve kankim yüreğime zehirli hançer misali saplanan o cümleyi kurdu:
- Kanka zaten şaşırmadım başka türlü olması senin için mümkün değil. (Kanka eğer bunu okuyorsan babanın şarap çanağına sıçayım, ben o gün her 13-14 yaşındaki ergen gibi evde ağladım... DRAM.)

    Neyse, ben de kendime life goal belirledim sayın okur. Life goal'im şuydu: Lisede bir sevgili edinmek. 

    Neyse gel zaman git zaman, bir çocukla tanıştım. Şahsın ismini burada vermeyeceğim, bilen arkadaşlarım zaten bilir. O yüzden kendisine Q diyelim. Q, daha önce bir arkadaşımın sırf sevgililer gününde yalnız kalmamak için danışıklı olarak 1 gün çıktığı ve 15 Şubat günü de anlaşmalı olarak ayrıldığı bir çocuktu. Benden sonra da arkadaş grubumuzdaki bir başka kızla çıktı çocuk. Grup zaten üç kişilikti. Yaşımız da o zaman 14-15. Küçüğüz yani ve böyle salaklıklar yapmaya hepimiz çok müsaidiz. Neyse özetle biz bildiğin sigara döner gibi döndük çocuğu aramızda. 

   Ben tabii ilk bir "Ya bir gün de olsa bu çocuk benim kankimin eski sevgilisi olur mu böyle bir şey ya" diye ilk zamanlar kahroluyordum, ama bir yandan da çocuktan ciddi hoşlanmaya başladım. Neyse kankim "Kanka benim için problem değil çünkü bizimki sevgililik ya da flört değil." diyerek içime su serpince ben tabiri caizse alayına koştum.

  Neyse, çocuk ağır sosyalistti arkadaşlar.Zaten anası da Rus asıllı mı Rusya'da mı büyümüştü neydi. Tabii şimdi -özellikle İzmir gibi bir yerde- her önüne gelen 5-6 kişi "yaşasın sosyalizm, yaşasın komünizm" diye dolandığından şaşırılacak bir şey değil ama kendisi babamdan sonra gördüğüm "canlı olan -nefes alan" tek sosyalistti. İlk zaten muhabbet o zaman başladı. Tabii benim o zaman ciddi anlamda siyasi bilgim sıfır yani hani şu anki %30'sa o zaman bildiğim %3 ve onu da orta okulda öğrendiğim İnkılap Tarihi dersi oluşturuyor. O yüzden kendisi o konuda bana çok şey kattı, sağ olsun.

  Ayrıca kendisiyle her konuyu konuşabiliyorduk: Din, çizgi romanlar, rock & metal müzik, sevdiğimiz diziler ve filmler... 

   Konu sevdiğimiz filmlere gelince "Hiç Star Wars izledin mi?" diye sordu. Ben de izlemek istediğimi ama bir türlü izleyemediğimi ve gerçekten merak ettiğimi söyledim. Ki o zamanlar cidden böyleydi. Fakat üzerinden geçen 5-6 yılın etkisiyle onun izleyip izlemediğini hatırlamıyorum. Fakat bu muhabbet ilk zamanki konuşmalarımızdı. Yani il 1-2 hafta içinde geçiyor bu konuşma.

   Neyse gel zaman git zaman biz bu çocukla yaklaşık 1 ay - 1.5 ay konuştuk. Bu arada her partili sosyalist gibi kendisi belirli aralıklarla ülkücülerden dayak yiyor, onlarla atışıp duruyordu. Tabii o zamanlar ikimizde çocuğuz, abi olayı nasıl dramatize ediyoruz. Herif alt tarafı gözüne yumruk yemiş ama bana "Beni kesin ileride asarlar, buna rağmen beni sever misin?" falan diyor, ben da ayrı ağlıyorum ve üzülüyorum "Fikirler kurşun geçirmez!" tarzı falan cevaplar veriyorum. Ya ikimizde 15 yaşındayız ve süzme salak ergenleriz yani, onun değil ama bir de benim ilk aşkım gibi bir şey hani baya salağım bütün bunların üstüne. Neyse tüm bu romantizmin ve 1-1.5 aylık sürenin sonunda biz çıkmaya başladık.

   5 GÜN ÇIKTIK. BEŞ. BEŞ. FIVE. FÜNF. "Ruslar devrim yaptı da ne oldu baksana sonra onlar da değiştirdiler" denilen Bolşevik Devrimi bile daha uzun sürdü aq.

   Neyse sonra o barışmak istedi, ama ben de köpek çektim. Çünkü o ara bir "Ulan ben bu çocuğu sevmiyorum ki sadece biriyle sevgili olmak falan nasıl bir şey merak ediyordum." aydınlanması geldi. 

   Fakat bu sefer de hani insan özlüyor. Çünkü hayatında ilk defa böyle bir şey yaşıyorsun, daha önce de hiç yaşamamışsın. Hani ister istemez özel bir yönü oluyor. Ayrılmamızdan bir ay kadar sonra bu durum benim içime daha yeni çöktü. Normal bir ergenin sevdiğinden ayrıldıktan sonra girip bir ayın sonunda tamamen çıktığı psikolojiye ben geç kalarak tam bir ay sonra girdim. Geç kaldım lan bildiğin, yetişemedim. O zaman da işte sömestr geldi, ablam o zaman Balıkesir'de yüksek lisans yapıyor. Onun yanına gittim. Sabahları o işteyken önce sömestr ödevim olan matematik testlerimi çözüyor, sonra atarlı giderli, kalbi kırık kız şarkılarından listeler yapıp, dolaptaki rakıdan yarım duble içerek (evet, ne yazık ki gerçek...) triplere giriyor, sonra bardağı yıkayarak yerine geri koyuyordum. Hatta günde 1000'e yakın tweet attığım, twitterdan uyarı yediğim ve tweet sayımın 50 bine dayandığı zamanlardı. Ve bu tweetlerin içeriği ise "rakı masası"ydı. ÇOK AĞIR BİR ERGENLİK GEÇİRDİM. ÇOK UTANIYORUM. 

  İşte sonunda Star Wars kısmına geldik... Bir gün gene böyle dertliyim ve keşke mesaj atsa diye düşünüyorum. Ama çok ciddi yani facebook ekranına odaklanmışım ve mesaj bekliyorum. Ve birden bir mesaj geldi. CİDDEN LAN.

-Star Wars sever misin?

ALLAAHHHHU AKBAR! Ben nasıl mutluyum, heyecandan elim ayağım titriyor. Hani şey falan bekliyorum böyle "Gel beraber izleyelim, sarılarak <3<3<3" gibi bir şey bekliyorum. Sonra birden dank etti. Ulan biz bunu konuşmuştuk...

-Star Wars sever misin?
+Bunu daha önce konuşmadık mı?
-Sfghjkhjlşiçfgvhbjnkl

  "SEN KİM KÖPEK BANA RANDOM ATARSIN ALLAAAAHHHH" diye dalacaktım ki yine mesaj gelmişti:

-Bacım kusura bakma
-Bizler ülkücüleriz
-Bu oç bizlerle sürekli dalaşıp duruyor biz de onu paketleyip eve gönderiyoruz dfghjklşömnbv
+ Gözünü morartanlar da sizler miydiniz?
-fghjklşcvbn evet
-Şimdi de face'ini hackledik herkese salak saçma şeyler yazıyoruz, küfür ediyoruz
-Bacım bir şey sorcazz
-Sen bu gavatın eski sevgilisi falan mısın?
+ Sizi ilgilendirdiğini pek sanmıyorum
- Pardon haklısın
- Ama iyi bir kıza benziyorsun, bak bizden söylemesi bu oç tam bir şerefsizdir, uzak dur bundan harcar seni
-Eğer sana bir şey yaparsa haber eyle gebertelim bu iti
-Hadi kal sağlıcakla

    Size yemin ediyorum elim ayağım titredi. Hayatımda yaşayıp yaşayabileceğim en garip konuşmaydı. Üstelik sayın ülkücü kişi insan bir numara, bir şey bırakır ben sana nasıl ulaşacağım bu çocuğu dövdürmek için? Bu konuda hiç bilgi vermedin, çok kırıldım. Neyse bir ülkücünün de dediği gibi : fdghjklşixdfcvgb

   Tabii ben de durur muyum, eski sevgiliye gururdan mesaj atamazken bundan iyi fırsat olur mu? Hem yardım ederek onu kendine borçlu bırakıyorsun, hem de iyilik meleği gibi bir şey oluyorsun. Hemen çocuğa "Ayrıldıktan sonra konuşmama kararı aldığımızı biliyorum" ile başlayıp (ki 5 günlük bir şey için neden böyle atarlı bir karar aldıysak diyeceğim de o kararı ben kendim almıştım, çocuğun haberi yok bundan.) "Ülkücüler hesabını hacklemiş, bir bak istersen." ile biten iki mesaj attım. Mesajlara dönmeyince aradım. Bu arada kanıt olsun diye ülkücülerle muhabbetimin ss'ini aldım falan. Hatta o zaman ss almayı bilmiyordum direk elimle matematik kitabımın arkasına yazdım aq. 

   Neyse sonra bu döndü "Ya çok teşekkür ederim o kadar mesaj atıp üstüne bi de aramışsın, hallettim şimdi ama hiç para yazmasından korkmadın mı?" diye. Tabii o zaman whatsapp yok "Yok bende sms bedava" dedim. 

   OLM ÇOCUK RUSYA'DA AKRABALARININ YANINDAYMIŞ AQ... BANA GİRDİ. BİLDİĞİN GİRDİ YANİ.

  ÜSTELİK YÜRÜMELERİME RAĞMEN ÇOCUK HİÇ GERİ DÖNÜŞ DE YAPMADI, YENİDEN ARAMIZDA BİR ŞEY OLMADI. 

  MADDİ MANEVİ BİR İNSAN NASIL SIFIR OLABİLİRDİ... İŞTE BÖYLE.

  Bundan daha korkuncu neydi biliyor musunuz, bir kaç hafta sonra facebook profilinde Star Wars hakkında bir şey paylaşmış olmasıydı.

  Sevgili Q, eğer bunu okuyorsan PARAMI VER LAN. Çünkü size yemin ederim ki, bakın çok ciddiyim, bu olaydan sonra ne zaman Star Wars dense aklıma bu olay geliyor. Q'nun yüzü ışın kılıçları içinden  çıkıyor ve elini uzatarak "Join the socialist side, we have KERİZ PARASI" diyor... Bundan sonra olası bir Star Wars filmi izlemem ekrana karşı küfür etme, cebir, tehdit, hakaret ve "puuuuhhh senin kalıbına sıçayım" diye tükürmek içeriyor. Gerçekten.