Merhabalar!
Uzun bir aradan sonra yine sizlerle birlikteyiz. Öncelikle yazılarımı okuduğunuz, hatta komik anılarımın yanında olduğunuz kadar acılarımın da yanında olduğunuz için teşekkür ederim. :)
Hem hayatımızın içinden olsun hem de enteresan bir şey olsun istedim bugünkü yazım. Bu yüzden karşınıza Florence Nightingale Sendromu ile çıktım. Minik bir uyarı, bu yazı kadın psikolojisi ile ilgili olduğu için sadece kadınlar için yazılmış gibi görünebilir fakat erkekleri de bir o kadar ilgilendirmektedir. Yalnız rica ederim beyler, bu yazıyı okuduktan sonra piç olmayın. Zaten etraf şerefsiz gavat kaynıyor. Hah, şimdi "durup dururken neden biz piç oluyoruz lan?" diyebilirsiniz. Haklısınız efendim, ama bunun nedenini yazıyı okudukça anlayacaksınız. Zaten ben durup dururken birine sövmem, beni tanıyorsunuz artık. Neyse. Hazırsanız yazımıza başlayalım.
Bunlar da arka fon olsun:
1) https://www.youtube.com/watch?v=qHJdklukGRA
2) https://www.youtube.com/watch?v=JzZ-Mgi1My4
3) https://www.youtube.com/watch?v=GSrvzb0oDXQ
4) https://www.youtube.com/watch?v=bx1Bh8ZvH84
Aranızda büyük bir çoğunluğun Florence Nightingale'i tanıdığını düşünüyorum. Ama olsun, tanımayan olabilir. Onlar da rica ederim ki üzülmesin, ben onlar için kendisini tanıtacağım zaten.
Florence Nightingale modern hemşireliğin kurucusudur. Ayrıca dünyanın ilk modern hemşirelik okulunu kurmuştur. Doğum günü her yıl Hemşireler Günü olarak kutlanmaktadır. Hatta hani doktorların Hipokrat yemini var ya, hemşirelerin de Nightingale yemini vardır. Ki olması da gerekiyor, çünkü hemşirelik bence en az doktorluk kadar kutsal ve önemli bir meslektir.
Florence ablamız savaşlarda pek çok yaralı askere yardım etmiş, bakmış ve iyileştirmiştir. İşte olay burada patlak veriyor. Savaş = asker = erkek.
Efendim şimdi gelelim Nightingale sendromuna. Olayın sorumlusu tamamiyle annelik duygusunu oluşturan hormonlar (başlıca östrojen işte). Kısacası biz kadınlardaki "Piç erkek tutkusu" aslında bir sendrommuş! Nasıl mı?
Piç erkek kızın hayatına "Kızım ben seni üzerim, ama bağlanamam, napiyiiiiim tabiatım böyle" diye dalar. Kendini sevdirir, bağlar, mesafesini korur. Bir Issız Adam'lık, yok efendime söyliyeyim Kaybedenler Kulübü'lük, severim ama bağlanmazlık, şu bar tuvaletleri az mı seksimi gördü be hey yavrum hey ama ben yanında çıplak yatıp sadece uyuyabileceğim kadar saf aşk arıyorum'luk, sesinle uyumak istiyorum ama sadece arkadaş olalım çünkü üzerim ben seni'lik, kız arkadaşım varken seninle konuşuyorum çünkü anlıyorsun sen beni'lik, dünya yıkılsa canını acıtmam ama aldatırım ve hayatını sikerim'lik, gece yarısı sarhoş olup aramacılık falan... Bir Teoman, bir Kaan Tangöze, bir Steven Tyler, bir Frank Sinatra, bir Johnny Depp... Benim kolumu kessen alkol akar falan filan. İşte bu tür piç erkekler... Neyse, sonuçta biz kızlar ne kadar kendi aramızda bu çocuklarla dalga geçsek de nedense bunlara her seferinde aşık oluyoruz, bir şekilde bağlanıyoruz. Ay bile bilmem kaç yıl sonra dünyanın uydusu olmaktan çıkacakken bizler içimiz parçalana parçalana bunlara sarmaya devam ediyoruz. YAHU KIZLAR HAKSIZ MIYIM?
İşte bunun nedeni nedir diye sorsalar pek çok erkek "Bu kadar özgür ruhlu ve bağlanmaz bir adam bir kızı seçiyor, kız da kendini önemli sanıyor, o yüzden" der. Fakat biz kızlar bu ilişkinin aslında ilişki olmadığını, üzüleceğimizi ya da özel olmadığımızı biliyoruz. Bizim böyle bir çekime karşı koyamamızın nedeni annelik hormonu.
Ne yaparsa yapsın annelik hormonuna söz geçiremeyen kız "Ben bu herifi adam ederim, hayatını toparlarım hatta kıçını bile toparlarım. Okulu mu uzatmış? Kısa sürede bitirtirim ben ona. Alkolü falan da azaltırım. Mis gibi yaparım bu çocuğu. Bunun için kendimi de paralarım. Eh, değer çünkü bu değişime." der. Şimdi daha önce işe yaramadıysa bunda da işe yarayacak zannetmek başlı başına mallık lakin napalım biz kızların da tabiatı böyle (!). Östrojen anam, tehlikeli hormon.
Hatta bunun bir kaç tik yukarısı da var: Hasta ya da ölüm döşeğindeki erkeklere ilgi duymak! Cidden!
Özetle : Düşmüş erkek görünce elinden geleni yapıp tüm benliğini ona dayıp kendini azize gibi gösterme isteğine bağlı psikolojik sendrom.
Bu özgür ruh bunca kız varken beni seçti = Demek ki azizeyim. İyi bir kalbim var.
Ölüm döşeğinde, beni seviyordu, sevdim. = Demek ki azizeyim. İyi bir kalbim var.
Fakat bu bilinçaltı kısmı. Gerçekte şöyle sanıyoruz:
Bu özgür ruh bunca kız varken beni seçti = İyi bir kalbim var ve ona deli gibi aşığım. Böbreğimi istese dalağımla beraber veririm.
Ölüm döşeğinde, beni seviyordu, sevdim. = İyi bir kalbim var ve ona deli gibi aşığım. Böbreğimi istese dalağımla beraber veririm.
Bir benzeri de romantik komedi filmlerinde gördüğümüz şu sahnedir:
Biri piç biri beyefendi iki erkek kız için kavga ederler. Piç erkek kızın kalbini kırmış, beyefendi erkekse kızın kırık kalbini onarıp 36 ay taksitle salon takımına girmiş olsun. Beyefendi erkek enteresan bir ilahi güçle piç erkeğin ağzını burnunu kırıp iki seksen yerde amele sümüğü gibi bıraksın. Kız arkada "Yapmayınnnn nolurrrrrr!" diye bağırsın. O piç erkek yere düşünce kız birden beyefendi erkeğe sarılıp üstüne piç erkeğin üzerine tükürmesi gerekirken, koşup yerde yatan piç erkeğe sarılıp beyefendi çocuğa 10 sn kadar kızgın kızgın baktıktan sonra kafasını piç erkeğe çevirip "Yaaa Canberkincan, iyi misin? Tamam geçti!" desin anaç bir sesle.
Bu olur anam, bu olur.
Neden olur? Nightingale sendromu yüzünden olur.
Buraya kadar olayın bilimsel yönünü mizah ile açıkladım. Buraya kadar yazdıklarım gerçekti. Şimdi bundan sonrası tamamen bilimsel gerçeklere dayanmayan benim teorim.
Benim teorim şu: Acı çekmenin aşk olarak empoze edilmesi.
Aklınıza gelen bütün aşk hikayelerini düşünün: Leyla ve Mecnun, Romeo ve Juliet, Selvi Boylum Al Yazmalım, Kürk Mantolu Madonna, hatta canlı bir örnek olması gerekirse Kafka ve Milana, Nazım ile Vera/Piraye (a.k.a. Nazım'ın Kadınları diyelim geçelim), Napolyon ve Josephine, Tahir ile Zühre, Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin, Yusuf ile Züleyha, Frida ve Diego, Mark Antony ve Kleoptra, Voltaire ve Emillie du Chatelet... Bu liste daha uzar.
Hepsinin olayı ne? Kavuşamama! "Kavuşursan meşk olur, kavuşamazsan aşk olur."
Acı çekmenin, birini sevdiğimiz için üzülmenin aşk olduğuna inandırılmışız. Mutlu, sorunsuz, kavgasız ilişkiler hep biter, eşe dosta karşı bahanesi de "Kanka aşk bitti ya onunla aramızda..."
Acı çekilmeye, ağzımıza sıçılmasına alışmışız. İşte bu yüzden bence. Neyse, ne demiş Mecnun, Leyla'ya kavuşunca:
-Sen Leyla değilsin, Leyla benim içimde.
Yazıp çizen, çok konuşan, hafiften geek arkadaşınızın yeri. Rica ederim kuzum, kendini evinde gibi hisset! ✌🐱👓
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder