Başlığa takılıp da lütfen beni Pucca misali aptal romantik blog yazısı yazacak sanmayın. Ben, hayatımın o evresini on dört yaşımda bıraktım. Daha ileriye taşımayı da pek düşünmüyorum. Bundan sonra yapacağım en ekstrem şey böyle ikili bir ilişki içinde yaşanan cidden komik bir anıyı arkadaşlarıma anlatmak olur. Çünkü gıybeti çok seviyorum.
Bak bu konuda bana kesinlikle güvenebilirsiniz, çünkü ben gıybet sevdiğimi (dedikodu deyince aynı etkiyi yaratmıyor, böyle ağız dolusu gıybet demek daha zevkli ohhh)kimseden gizlemeden açıkça söylüyorum. Tabii şerefsiz değiliz, yakın dostlarımızın, ailemizin falan sırlarını on liraya bira yanında bir tekila shot ortmında dökmüyoruz. Zaten bu hayatta bir "canım ben dedikodu yapmam" diyenden korkacaksın, bir de erkeklerin "dedikodu karı kısmının işidir abi yea" diyeninden. Çünkü onlar, yaptıkları şeyin dedikodu olduğunu bilmeden yapıyorlar. "Kanka lan bizim okulda XX vardı ya kız yollu olmuş, geçen şu Alsancak'taki meşhur gavat barı var ya, heh orada vermiş." tarzı. Seks hikayesi anlattığını sanarken gıybet yapmak. Uuuğ beybiğğğ...
Neyse, konumuz bu değildi. Aslında oldukça ciddi bir konu hakkında yazmayı düşünüyordum. Hatta bakın, bu yüzden daktilo yazısı bile seçtim. O yüzden kendimi ve sizleri ciddiyete davet ediyorum. Ve izninizle başlıyorum:
Her şey geçen gün yorgun argın metroya binmem ile başladı. İzban denen lanet şeyden inip, metroya binince ve boş yer bulunca zaten sevdiğin kişiyi sana bakarken yakaladığından daha çok seviniyorsun. (Bakın yavaştan mevzuya giriyorum).
Neyse, gördüğüm boş yere hızlıca oturdum. Şu karşılıklı bakan dörtlü koltuklardan. Önümde kıvırcık saçlı bir kadın var. Tahminen otuz yaşlarında falan. Saçları dökük dökük, derisi gözüküyor. "Hasta herhalde geçmiş olsun." dedim içimden. (Vallaha kötü niyetim yok, iyi niyetliyim.) Kitap okuyor kadın. Neyse, başımı cama çevirdim, siyah cama yansıyan milletin yüzünü inceliyorum, arada "Hoca 73 sayfa işledi ya vicdansız..." diye düşünüyorum falan. Sonra boynum ağrımaya başlayınca yeniden önüme baktım. O sırada kadının okuduğu kitabın kapağını gördüm. Aşkım Kapışmak isimli adamın kitabıydı. Kitabın adını bilmiyorum ama gördüğüm arka kapakta Aşkım Kapışmak olduğunu tahmin ettiğim bir adam seçimleri kazanan siyasetçi gibi sağ elini kalbine koyarak okurunu selamlıyordu, üstte de "Kendine bir söz ver" yazıyordu. Sanırım bir on saniye daha baksam "A.K. Parti (Aşkım Kapışmak Parti) en büyüüük!" diyerek metroda bağırmaya başlayacaktım.
Kişisel gelişim kitaplarını oldum olası sevmedim. Özellikle böyle aşk meşk üzerine olanları daha da sevemedim. Kişisel gelişim kitapları işe yaramayan aptal söz oyunlarıdır. Benim bu blog yazımla aynı derece edebi değer taşır, yani %10 'lık bir değer! Hah, gelgelelim neden aşkla ilgili kişisel gelişim kitaplarını daha da saçma buluyorum? Çünkü iş hayatınla ilgili bir kişisel gelişim kitabı bir derece işine yarayabilir, ama aşk tamamen özeldir ve şu dünya üzerinde altı milyondan fazla insan varsa altı minlyondan fazla aşk vardır. Yani kalkıp da "Ben yaptım oldu, sen de yap" ancak üçüncü sınıf romantik komedilerde işe yarar. Tamamen fasa fisodur. "Okumadan nereden bileceksin lan muhalefet!" diyebilirsiniz. Efendim bakın onuncu sınıfta mı neyim, yaklaşık bir buçuk yıldır aynı çocuğu seviyorum, çocuk mezun olup gidecek ben daha anca konuşuyorum falan. Gittim bu durumu anneme anlattım. Annem de bana İlhan Uçkan diye bir kadının kitabını verdi. On sayfa okuyup "Bu ne anasını satayım..." deyip fırlattım. Zaten zamanında babam gibi bir angutla, bir kalasla evlenen kadına niye böyle bir dert anlattım bilmiyorum. Şu hayatta aşk konusunda tavsiyelerine güvenmeyeceğim iki tane tatlı hanım efendi var, ikisi de ailemde.
Yani eskiden öyle düşünüyordum.
Yani eskiden öyle düşünüyordum.
Neyse, kitabı okuyan kadın baya kilolu ve ileri derecelerde bir gözlük takıyor. Hani şu camın içinden gözleri kocaman kocaman yapan, hatta lens bulanamayan derecelerdeki gözlüklerden var ya, ondan işte. Bakın tekrardan belirtiyorum, amacım bu kadını küçümsemek ya da dalga geçmek değildir.
O an bu kitapları pek beğenmediğim ve aşağıladığım için kendimden utandım. Şöyle düşününce bu tür kitapları, toplumun "güzellik" ya da "başarı" algısına takılan insanlar okuyor. Toplumun koyduğu belli başlı normlara uymayan herkesi ötekileştiriyoruz. "Ahuahauha amk karısı o kitabı okuyacağına tipini düzeltsin lan önce ahuahau" diyen insanlarız. "Canım çok iyi kalplisin ama tipim değilsin" diye bir şey var sonuçta. Bu tür kitapları kimse zevkinden okumaz, ciddi anlamda ihtiyaç duyan, hayatında bir şeyler değiştirmek isteyen kişiler okur. Böyle insanların yüzüne karşı "Kızım/ oğlum bu kitaplar bir boka yaramıyor" diyemem, diyemezsiniz.
Bu kitapları on yıldır terfi alamayan adam okur, kilolu olduğu için sevdiği kişiye açılamayan kız okur, gözleri ileri diye dalga konusu olan adam okur, altı yıldır üst üste üniversite sınavına giren kız okur. O insanlarla sürekli dalga geçmen yetmezmiş gibi, daha iyi olma çabasıyla da dalga geçemezsin.
Bir insan kendi tipinden rahatsızsa, zaten bunu düzeltmeye çalışır. Düzeltemese de. Bir insan kendinden memnunsa zaten sorun yok. Sen bağırsan çağırsan bir şey değişmez. Kendini seviyor çünkü, kendine güveniyor. Senin eleştiri okların üzerinden uçar gider.
Bak mesela Nicki Minaj, o ablanın saçlarını siyah yap. Üstüne normal bir tişört ve ceket giydir. Altına siyah tayt, ayaklara babet. Yürüsün böyle sokakta. Türkiye'deki kızların %70'i böyle giyiniyor ve kalçası iri. Bizlere gelince "Amına kodumun ayısı insan o kalça ile tayt mı giyer lan bir de kendini güzel sanıyor." dersiniz, kadın o popo ile milyonları götürüyor. (Sesi ve müziği leş ötesi olduğu için kendisinin poposuyla ünlü olduğunu söylemekten de pek gocunmuyorum. My blog, my rules.)
Bilimadamları diyor ki, sevgi ihtiyacı da karın tokluğu gibi önemi bir ihtiyaçmış. Ayrıca nasıl uzun süre yemek yemezsek acıkırsak, uzun süre birisinden ya da birilerinden sevgi görmedikçe sevgiye acıkırmışız. "Kanka sevgiye açım artık ya..." da bir gerçekmiş. Düşünün yani koca bir hayat sevgiye aç böyle. Sonra elin sivilceli adamıyla saçları boyatmaktan yanmış kızı, ikisi de daha kendilerinden bile memnun değilken, sana gelip "Canım o kitaplar hep hikaye ya." diyor. Oysa hani senin istediğin o sivilceli adam ya da yanık saçlı kız olmak, çünkü kendini onlardan kötü görüyorsun.
Kendini olduğun gibi beğenip beğenmemek senin kendi işin, ama başkasına karışmak mı? Hadi lan oradan!
Bayan Morlu Siyah bu konuyu daha önce hiç böyle düşünmemiştim. Bakış açın farklı geldi. Sanırım sana katılıyorum bu konuda. Bence şunu atlamamak gerek; insanların bu tür kitaplar okuması ya da çareyi bunlarda bulmaya çalışması "çok iyisin ama tipin değilsin" kafasındaki insanların "zorlamasıyla" oluyor biraz da. Keşke bu kitapların yazılma nedenleri hiç olmasa ama hayat işte.
YanıtlaSil"Bence şunu atlamamak gerek; insanların bu tür kitaplar okuması ya da çareyi bunlarda bulmaya çalışması "çok iyisin ama tipin değilsin" kafasındaki insanların "zorlamasıyla" oluyor biraz da. "
SilŞu dediğin kısma öylesine katılıyorum ki! Çok güzel bir tespit olmuş.